اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا demesi, bekā-yı rûh isbatında denildiği gibi, “Ceset ruha dayanır, ayakta kalır. Ruh ise bizâtihî kāimdir. Ceset harâb olursa daha ziyâde serbest olur, melek gibi göğe uçar,” demektir ve bâtıl bir mezhebin reddine işarettir.
Hususî kısmı
Haşre dâir, Sûre-i Rûm’da وَمِنْ اٰيَاتِه۪... وَمِنْ اٰيَاتِه۪... وَمِنْ اٰيَاتِه۪ haşrin, ayrı ayrı çok kuvvetli burhânlarını mu‘cizâne beyân eden o âyetlerin ilhâmı ile, o âyetlere bir tefsîr yazmak niyetinde olduğum vakitte, bu suâllerin sorulması, latîf bir tevâfuktur.
وَاَزْوَاجُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْ fıkrasını duâ ve münâcâtımda ilâve ettiğim dakikada hatırıma geldiniz. Bu nevi‘ duâda dahi birinciliği kazandınız. Kalben, kalemen, bilfiil alâkadâr olmak şartıyla, yirmi dört saatte yüz def‘a, tasavvurca beş yüz def‘a ma‘nevî kazanç ve duâmda hissedar olmaya müstehak olmanızı arzu ettiğim bir vakitte bu suâlleriniz, beni sizin hesabınıza çok mesrûr etti ve bir beşâret oldu.
Saîdü’n-Nûrsî
(271)
(Hakkı Efendi ve Hulûsî Bey’e)
بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Âhiret kardeşlerim ve hizmet-i Kur’ânda arkadaşlarım ve beyân-ı envâr-ı Kur’âniyede vârislerim ve rahmet-i İlâhiyenin bana verdiği kıymetdar medâr-ı tesellilerim ve esrâr-ı Kur’ânın beyânında muhâtablarım Hakkı Efendi ve Hulûsî Bey! Cenâb-ı Hakk size bize tarîk-i hakda istikamet ve ihlâs ihsân etsin.
Kardeşlerim, size Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’nı gönderdim. İkinci Mevkıf’ın Üçüncü Maksadı’nın İkinci Noktası fazla inbisât ettiği için, Üçüncü Mevkıf ismini aldı. Üç nokta daha yazılmadan kaldı, fakat ben çok yoruldum. Onun için birkaç ay sonra, tevfîk refîk olsa belki yazılacaktır.
Siz de çok yoruldunuz. Çünki ikiniz iki yüz talebeye mukābil olarak bana ihsân edilmişsiniz. Öyle ise, iki yüz talebe vazîfesi görüyoruz deyip iftihâr ediniz ve şükrediniz. Yorgunluk vesâir rahatsızlıklar, yazdığım şeylerde kusur ve müşevveşiyete sebebiyet veriyor. Sizlerin nazarlarınızı mihenk kabul ediyorum. Tashîh ve ta‘dîlde me’zunsunuz. Size latîfe olarak bir şey hikâye edeceğim. Tâ siz o hikâyeyi başka taraftan işittiğinizde, ciddî telakkî edip müteessir olmayasınız.
O hikâye de şudur: Benim hiç-ender-hiç olan şahsım ve pek çok ayıplı ve kusurlu olan nefsim hakkında biri çıkmış, köylerde, Isparta’da, hatta yedi-sekiz gün Nis’te oturup propaganda yapmıştır. Ben bundan memnûnum, çünki ayıblarımı söyleyen bana iyilik eder, beni ucub ve riyâdan kurtarır.
Fakat o Senirkentli Rahmi Efendi denilen adam, saf bir adamdır. Ben ona ettiği gıybetleri helâl ediyorum, siz de şâhid olunuz. Madem o kendi hesabına yapmıyor, ya ehl-i tarîkatin rekabetine âlet olmuş, güz mevsiminde Seydişehirli bir dervişle beraber Isparta’ya, Eğirdir’e geldikten sonra, bu tarzda harekete başlamış. Yoksa evvelce çok dost idi. Halbuki ehl-i tarîkatin rekābeti benim gibi kendini hiç-ender-hiç bilen ve iddiâ-yı kemâlden şiddetle teberrî eden ve medihten nefret edip kaçan ve ehl-i tarîkatin duâsına kendisini muhtaç bilen bîçâre şahsıma karşı rekābet etmek pek ma‘nâsızdır. Veyahud ihtiyacım olmadığı için insanlardan istiğnâ ettiğimden, ehl-i cerre sed çekiyor telakkî edildi, propaganda ediliyor. Bu da haksız ve ma‘nâsızdır. Çünki çendân ben kabul etmiyorum. Fakat ehl-i dînin muhtaçlarına sadaka ve zekât verilmesini tavsiye ediyorum.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
اَلْبَاق۪ي
اَلْمُحِبُّ فِي اللّٰهِ
Kardeşiniz Saîdü’n-Nûrsî
(272)
بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Azîz kardeşim Re’fet Bey,
Senin mektubunu ve kitabını memnuniyetle aldım. Gāyet sevdiğim bir talebem olan Hulûsî Bey’in ruhunu sizde hissettim. Seni yeni değil, Hulûsî gibi eski bir talebe olarak kabul ettim. Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sâhib olmalıdır. Kendisi te’lîf etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır. Mâşâllâh, hattın güzeldir. Vakit bulursan bir kısmını yazın. Bir kısmını Hüsrev gibi ciddî talebeler yazar, onlardan bil’âhire alır, yazarsınız ve onlarla teşrîk-i mesâî edersiniz. Altı senedir Isparta’da ciddî talebelerin çıkmasına muntazırdım, bekliyordum. El-minnetü lillâh, şimdi sizinle beraber birkaç tane çıkmaya başladı. Çünki bir talebe, yüz dosta müreccahtır.
Sözler nâmındaki envâr-ı Kur’âniye ise, en mühim ibâdet olan ibâdet-i tefekküriye nev‘indendir. Şu zamanda en mühim vazîfe, îmâna hizmettir. Îmân saadet-i ebediyenin anahtarıdır.
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
(273)
بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Ciddî, sıddîk, dikkatli, hakîkatli kardeşim Re’fet Bey,
Cenâb-ı Hakk yeni hayatınızı mübârek eylesin ve refîka-i hayatınızı hayat-ı ebediyenizde, Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’nın âhirlerindeki Üçüncü İşaret’de, refîka-i hayata dâir vaade ve sıfata mazhar eylesin, âmîn.
Bu def‘aki mektubun çok güzeldir. Arkadaşlarının fıkraları içerisinde Yirmi Yedinci mektub içine derc edeceğim. Ara sıra yazıyla meşgul olsanız iyi olur. İnşâallâh yeni hayatınız size risâlelerin hakāikine karşı yeni bir şevk uyandıracak.