Sayfa 153

[78]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ هَدِيَّتِكُمْ

Azîz, sıddîk mübârek kardeşlerim,

Sizin bu def‘a nûrânî hediye-i kudsiyeniz o derece bizi mesrûr ve minnetdâr eyledi ki, ben ölünceye kadar bu hediye sâhiblerini unutmayacağım. İnşâallâh benim nazarımda gittikçe kıymeti ziyâdeleşen ve yüz adam, belki bir köy hükmüne geçen ve çok Lütfü’leri gösteren ve taşıyan ve elhak ikinci bir Husrev olan Tâhirî’nin fevkalâde kalemiyle fevkalâde (Hâşiye) hediyesi ise, size gelen dehşetli taarruzdan haberim olmadan bir aydan beri şiddetli endişe ederek sizin için ruhen çektiğim ma‘nevî sıkıntıları ve azabları bütün bütün izâle etti. Sürûr ile kalbimi doldurdu. Ve kahraman iki Ali’nin muktedir kalemleriyle Tâhirî gibi imdâdımıza koşan hediyeleri ve daha sâir kardeşlerimizin ve ma‘sûmelerin hediyeleri, hususan Hasan Âtıf’ın müstesnâ, mümtâz kalemiyle hediyesi, küçük mikyâsta Tâhirî’nin aynı hediyesi gibi bizi ve bu havâlîdeki Risâle-i Nûr mensublarını minnetdâr ve mesrûr eyledi. Bilhassa mübârekler hey’et-i âliyesinden mübârek Hâfız Mustafa’nın kerâmetkâr ve zafer müjdesi veren mektubu, bize üç cihette kerâmetli göründü. On mektûb kadar kıymetdar ve nusha gibi endişe hastalıklarına devâdır. Allah sizlerden ebeden râzı olsun. Âmîn.

Şimdilik emâneti aldığımıza dâir size haber vermek için bu pusulayı acele, dilimi iyi anlamayan birisine yazdırdım. Kardeşlerimize ve hemşîrelerimize ve ma‘sûm ve ma‘sûmelere ve ümmî ihtiyârlara selâm ve duâ ederiz.

Kardeşiniz ve size dâimâ minnetdâr ve sizinle iftihâr eden

Saîdü’n-Nûrsî

Hâşiye: Tâhirî’nin tahkîkî tevâfukātı, Risâle-i Nûr’u hakîkaten nûrlandırmış, güzelleştirmiş. Tevâfukun Risâle-i Nûr cihetinde çok fâideleriyle beraber, bugünlerde iki küçük fâidesini daha gördük. Birisi: Benim ifadedeki noksanımı tashîh ediyor. Görüyorum ki, bir kelime lâzım iken ifadede noksân bırakıldığından, tevâfuk o kelimeyi istiyor. Onunla hem ifade, hem tevâfuk tam olur. İkincisi: Tevâfuku ta‘kîb eden kalemin yanlışları az oluyor. Hem güzel ve şirin olur. Tevâfuku nazara almayan kalemlerin sehivleri çoğalır.

Sayfa 154

[79]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْاٰنِ

Azîz, sıddîk kardeşlerim,

Bu tarafta yol kapandı, posta gelmiyordu. Sizlerden gelecek bir mektub veya bir risâleyi bekliyordum. Şimdi ruhuma bir ihtâr ile, daha beklemeyerek, burada hüsn-ü te’sîrini gösteren üç parçayı gönderiyorum. Ma‘sûmların ve ümmî mübârek ihtiyârların ve kahraman Tâhirî’nin nüshaları parlak bir tarzda fütûhât yapıyorlar. Yalnız cüz’î birkaç parçayı tashîh ederken zahmet çektim. Fakat o zahmet, bana tatlı geliyordu. Hem ayn-ı rahmet oldu. Beni de o ma‘sûm ve mübâreklerin kafilesine dâhil ederek, benim hattıma benzedikleri için, kendim o parçaları yazmışım gibi tam sâhib oldum. Eğer ben yazsa idim, onlar gibi olurdu. Umum kardeşlerime birer birer selâm edip selâmet duâsını ediyoruz.

Kardeşiniz

Saîdü’n-Nûrsî

Otuz altı yapraktan ibâret ve İmâm Alî’nin (ra) fevkalâde takdîrine mazhar olan Otuz İkinci Söz’ün kendi kendine tekellüfsüz gelen beş bin yedi yüz on beş tevâfukunu, Risâle-i Nûr’un bu havâlîdeki gayet mühim bir talebesi olan Ahmed Nazîf’in nüshasından çıkmıştır. Demek o risâlenin hatt-ı hakîkîsine rast gelmiş ki, bu hârika kerâmeti göstermişler. Hem aynı zât, iki Husrev’i Risâle-i Nûr dâiresine ve Bekir Sıdkı’ya kerâmetini gösterip îmâna getiren ve tılsım-ı kâinâtın üçten birisini halleden on beş yapraktan ibâret Otuzuncu Söz, yine kahraman Nazîf’in kalemi hatt-ı hakîkîsine rast gelip kendi kendine bin sekiz yüz otuz beş tevâfukunu, işte gözümüzle bu kerâmet-i tevâfukiye-i nûriyeyi görüyoruz. (Hâşiye)

Evet Evet Evet Evet Evet Evet

Mehmed Feyzî, Emîn, Halil, Hilmî, Abdurrahmân Selahattin, Saîd

Hâşiye: Hem elifleri yüz kırk dört çıkmış. Tâm tâmına Saîd olup müellifinin imzasını gösteriyor.

  • [78]

    بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

    وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

    اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ هَدِيَّتِكُمْ

    Azîz, sıddîk mübârek kardeşlerim,

    Sizin bu def‘a nûrânî hediye-i kudsiyeniz o derece bizi mesrûr ve minnetdâr eyledi ki, ben ölünceye kadar bu hediye sâhiblerini unutmayacağım. İnşâallâh benim nazarımda gittikçe kıymeti ziyâdeleşen ve yüz adam, belki bir köy hükmüne geçen ve çok Lütfü’leri gösteren ve taşıyan ve elhak ikinci bir Husrev olan Tâhirî’nin fevkalâde kalemiyle fevkalâde (Hâşiye) hediyesi ise, size gelen dehşetli taarruzdan haberim olmadan bir aydan beri şiddetli endişe ederek sizin için ruhen çektiğim ma‘nevî sıkıntıları ve azabları bütün bütün izâle etti. Sürûr ile kalbimi doldurdu. Ve kahraman iki Ali’nin muktedir kalemleriyle Tâhirî gibi imdâdımıza koşan hediyeleri ve daha sâir kardeşlerimizin ve ma‘sûmelerin hediyeleri, hususan Hasan Âtıf’ın müstesnâ, mümtâz kalemiyle hediyesi, küçük mikyâsta Tâhirî’nin aynı hediyesi gibi bizi ve bu havâlîdeki Risâle-i Nûr mensublarını minnetdâr ve mesrûr eyledi. Bilhassa mübârekler hey’et-i âliyesinden mübârek Hâfız Mustafa’nın kerâmetkâr ve zafer müjdesi veren mektubu, bize üç cihette kerâmetli göründü. On mektûb kadar kıymetdar ve nusha gibi endişe hastalıklarına devâdır. Allah sizlerden ebeden râzı olsun. Âmîn.

    Şimdilik emâneti aldığımıza dâir size haber vermek için bu pusulayı acele, dilimi iyi anlamayan birisine yazdırdım. Kardeşlerimize ve hemşîrelerimize ve ma‘sûm ve ma‘sûmelere ve ümmî ihtiyârlara selâm ve duâ ederiz.

    Kardeşiniz ve size dâimâ minnetdâr ve sizinle iftihâr eden

    Saîdü’n-Nûrsî

    Hâşiye: Tâhirî’nin tahkîkî tevâfukātı, Risâle-i Nûr’u hakîkaten nûrlandırmış, güzelleştirmiş. Tevâfukun Risâle-i Nûr cihetinde çok fâideleriyle beraber, bugünlerde iki küçük fâidesini daha gördük. Birisi: Benim ifadedeki noksanımı tashîh ediyor. Görüyorum ki, bir kelime lâzım iken ifadede noksân bırakıldığından, tevâfuk o kelimeyi istiyor. Onunla hem ifade, hem tevâfuk tam olur. İkincisi: Tevâfuku ta‘kîb eden kalemin yanlışları az oluyor. Hem güzel ve şirin olur. Tevâfuku nazara almayan kalemlerin sehivleri çoğalır.

Item 1 of 2