Ömer, Osmân’a (ra) ilişmeseler, Hazret-i Alî (ra) o üç halîfeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar yeter.
Hem mâdem Risâle-i Nûr şâkirdlerinin en büyük Üstâdı, Peygamber’den (asm) sonra Celcelûtiye’nin şehâdetiyle İmâm-ı Alî radıyallâhü anhdır. Onun muhabbetini da‘vâ eden Şîalar, Alevîler, Risâle-i Nûr’un derslerini Sünnîlerden ziyâde dinlemeseler, Âl-i Beyt’e muhabbet da‘vâları yanlış olur. Zâten kaç sene evvel, o Alevî köyünde üç Alî’nin himmetiyle ma‘sûmlar Risâle-i Nûr’u şevk ile yazmalarını işitmiştim. Hattâ o zamanda, o köyü de duâma dâhil etmiştim. İnşâallâh, yine orada imâm olmak istenilen kardeşimiz Alî’nin himmetiyle ve Hâfız Alî’nin (rh) vârisi Küçük Alî gibi kardeşlerimizin gayretiyle, onların hakkındaki duâlarım boş gitmeyecek, o köydeki iki kısım Sünnî, Alevî ittifâk edecek.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
[66]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim, bu def‘a hem Isparta, hem Denizli, hem İnebolu’dan Risâle-i Nûr’a âit üç ehemmiyetli mektûbları aldım. Ayrı mektûb yazmak hâlim müsâade etmediği için o mevzûlara nisbeten gāyet kısa bu uzun mektûbu yazıyorum.
Evvelâ: Mu‘cizât-ı Kur’âniye, Mu‘cizât-ı Ahmediye (asm) gibi risâlelerin eski hurûfla tab‘ı mümkün olduğunu anladım. Dünya hâlini bilmiyorum. Eğer mümkünse Mu‘cizât-ı Kur’ân’ımızın tab‘ı masrafına medâr olmak için başta meyve ve Huccetullâhi’l-Bâliğa ve Mu‘cizât-ı Ahmediye (asm) zeyilleriyle, Mu‘cizât-ı Kur’âniye yine zeyilleri ve lâhikalarıyla tab‘edilse hem Âlem-i İslâm hem istikbâl bu kutsî hizmeti alkışlayacak. Bu tab‘ mes’elesine bizleri ve bu memleketi minnetdâr eden Hâfız Alî ve Tâhirî Âyetü’l-Kübrâ ve Hizb-i Nûriye ve Hizb-i Kur’âniye’yi hangi matbaada tab‘etmişlerse, başta kahraman Tâhirî olarak siz intihâb ettiğiniz bir hey‘et o matbaacının hem fikrinde, hem tedbirinde eğer münâsibse bilfiil tab‘etmesinde muhâbere etsinler. Eğer orada münâsib olmazsa, Denizli’nin münâsib gördüğü Antalya’da yine Tâhirî’nin tedbîri ile dikkatle ve tashîhâtında tam çalışacak intihâb ettiğiniz bir iki zât bu işe girişsin.
Masârıf-ı tab‘iye ise, münâsib görseniz abone sûretinde sâir velâyetlerde arkadaşların iştirâkiyle toplanan abone paraları sarfedilsin. Gerçi Hâfız Mustafa gibi bazı fedâkâr kardeşler masrafın büyük kısmını kendine alırlar. Bu azîm sevâb ve şeref Risâle-i Nûr şâkirdlerinin şahs-ı ma‘nevîsine âittir. Onların meşveretiyle, tensîbiyle olur. Elhak bu Hâfız Mustafa pek çok işi pek az zamanda görmüş. Bizleri tam minnetdâr eylemiş.
Mu‘cizât-ı Kur’ân, Hizb-i Kur’ân, Hizb-i Nûriye gibi fotoğrafla tab‘edilsin. Eğer pek ziyâde masrafı olmasa Mu‘cizât-ı Kur’âniye ondan evvel onun bir müjdecisi olarak tab‘edilse ve serbestiyetimize medâr ve vesîle olan ve adliyeyi hayrette bırakan Meyve Risâlesi de ve feylesofları ve ehl-i vukūfu kendine meftûn eden Huccetullâhi’l-Bâliğa gāyet dikkat ve tashîhât ile ve mümkünse tevâfuklu bir sûrette ve Mu‘cizât-ı Ahmediyeyi (asm) kerâmetli tevâfukunu bozmamak şartıyla tab‘edilmesine ve münâsib görseniz Diyânet İşleri Reîsi’nin ve Risâle-i Nûr’a tarafdâr a‘zâların re’yleri alınmasını tensîbinize havâle ediyorum.
Sâniyen: Salâhaddîn’in pek uzun ve on mektûb kadar beni memnûn eden ve sadâkatine ve sebâtına bu fırtınalar hiç te’sîr etmediğini ve dâimâ bir Abdurrahmân hükmünde bulunduğunu ve o havâlîdeki kardeşlerimiz fütûrsuz çalıştıklarını bildiren mektûbunu aldım, Mâşâallâh dedim. Baba oğlu Isparta kahramanları gibi sarsılmıyorlar. Fakat şimdi Risâle-i Nûr’un tab‘ sûretiyle intişârı, hakîkî bir ihlâs ve kuvvetli bir tesânüd ve birbirinin kusûruna bakmamak lâzım geldiğinden, Kastamonu vilâyetindeki kardeşlerimiz, Ispartalılar’a ihlâs ve tesânüdde benzemeye mecbûrdurlar. İnşâallâh, onlar dahi şahsî hissiyâtlarını bu kudsî hizmetin zararına isti‘mâl etmeyecekler.
Hem gerçi Risâle-i Nûr, parlak ve kuvvetli hakîkatleriyle serbestiyetini kazanmış ve düşmanlarını bir cihette mağlûb etmiş, fakat, eskiden ziyâde ihtiyâta ihtiyâcımız var. Çünkü münâfık düşmanlar durmuyorlar, bahâneler arıyorlar, hükûmeti iğfâle çalışıyorlar.
Salâhaddîn, husûsî kendine âit bir mes’eleyi soruyor. Dünya hayât-ı ictimâiyeye bağlanmak istiyor. Mâdem o hâslar içindedir, kat‘iyen Risâle-i Nûr’un hizmetine zararı varsa, girmeyecek. Eğer bilse ki, o refîka-i hâyatını bazı hâs kardeşlerimiz gibi Risâle-i Nûr’un hizmetinde yardımcı olarak çalıştırsa, o hayata girebilir. Çünkü hâsların hayatı, Risâle-i Nûr’a âittir ve şahs-ı ma‘nevîsini temsil eden şâkirdlerinin tensîbiyle kayıd altına girebilir. Peder ve vâlidesinin re’yleri de varsa, İnşâallâh zararı olmaz.
Hem Isparta, hem Denizli, hem Kastamonu ve civârındaki umûm kardeşlerimize birer birer selâm ve Risâle-i Nûr’un bu nevi‘ yeni serbestiyetini müjde ve fütûr getirmeden çalışmalarını tebrik ediyoruz.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
(67)
Mahremdir.
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Eğer o mahpûs daha inkâr ediyorsa hiç ilişmeyiniz. Çünkü o paranın on belki kırk mislîni maddeten zarar ettiği hâlde şimdi yine inkârında ısrâr ederse her hâlde vazîfedâr bir iki adamı teşrîk etmiş. Beni incitmediklerine mukābil bir nevi‘ rüşvet hesâbıyla bir kısmını onlara vermiş. Daha ta‘mîr edemiyor ki bu büyük hasâretini ve sû-i şöhretini kabul ediyor. Belki de her fırsattan istifâdeye çalışan düşmanlarımızdan bir zındık ve aleyhimizde bir adliye me’mûru onu tutuyor. Cesâret verir. Yüzde doksan dokuz adamın nefretine ve tekzîbine hedef ediyor. Ben o bîçâreye acıyorum. Onun için o parayı isterdim. Yoksa hükümet tarafından iâşe hem sâir masraflara dâir ayda verilen, tahsîs edilen yüz banknotu kabul etmeyip hükümeti kızdırarak maddeten çok zarara ve sıkıntılara tahammül eden bir adam o parayı sadaka sayıp beş para ehemmiyet vermezdi.
Hem böyle işlerde Husrev alâkadâr görünmesin. Tâ aleyhinde böyleler bir söz söylemesinler. Risâle-i Nûr’un hizmetine bir zarar gelmesin. Eğer ikrâr ediyorsa o paranın başkalara verdiği kısım kalsın. Yalnız kendinde kalan miktârı versin, tâ bu dehşetli hatâdan temizlensin. Ben de onu helâl edeceğim ve bu sû-i şöhretini ta‘mîr etmeye çalışacağım.
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî