Alîl Alî Osmân’ın mektûbu. Lâhika’ya girebilir.
(207)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا بَاقِيًا
بِشَفَاعَةِ الرَّسُولِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ
Çok Azîz, çok Sevgili ve çok Muhterem ve Şefkatli Üstâdım Efendim Hazretleri,
Mübârek şuhûr-u selâselerinizi tebrîkle, mübârek el ve etek ve bizlere yümn-ü bereket bahşeden kadem-i mübârekelerinize yüzümü, gözümü sürerek hürmetlerle bûs ederim. Bu fakîr, âciz talebeniz, iki gün evvel mübârek aylara tebrîkiniz olan mübârek kendi yazınız tebdîl edilmeden iki mübârek mektûbunuzu aldım.
Birisi: Kahraman Tâhirî ve İnebolu ve Kastamonu kahramanlarından aldığınız teberrüklerin tevâfukunu bahseden.
İkincisi: Bizlerin sa‘y ve gayretlerini artıran bu mübârek aylarda beş vecihle sevâb kazandıran Zülfikār-ı Mu‘cize-i Kur’âniye ve Ahmediye çalışmamıza dâir müjde ve beşâretleriniz.
Üçüncüsü: Canlı bir mektûbunuz olan kahraman Tâhirî ağabeyimin bu mektûblarla berâber gelerek, bir akşam hânemizde kalarak, siz sevgili Üstâdımız Hazretleri’nin karşıdan selâmlaşmalarınızla, cismen bizimle görüştürür gibi anlatmaları,
bu âciz, pür kusûr talebenizi ta‘rîfinde âciz bir derecede memnûn ederek, bu mükerrer tebrîklerin bir günde gelmesini hakkımda büyük bir ni‘met bilerek kabul ettim. Cenâb-ı Hakk her ikinizden ebediyen râzı olsun. Âmîn.
Sevgili Üstâdım Efendim, biz mübârek nûrlarınızı burada ümmî talebeniz Çilingir vâsıtasıyla herkese, hattâ her eve ulaştırıp okutmakta ve neşrine çalışmaktayız. Ve nûrlar takdîr edilmektedirler. Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ve siz sevgili Üstâdımızın duâ himmetleri ve nûrların te’sîriyle Cenâb-ı Hakk bizlere yoldaş verip, bu hafta iki tane Asâ-yı Mûsâ siz sevgili Üstâdımızın mübârek ellerinizle tashîh ettiğiniz bir müsveddeden tashîh ediyoruz. Ve bu arada tashîh için gelecek arkadaşlarım gelinceye kadar da ikinci vazîfe-i Zülfikār’ı yazıyorum.
Onuncu Söz zeyliyle ve Yirmi Beşinci Söz zeyilleriyle berâber hemen bitmek üzere. Yetmiş sahîfe kadar bir şey kaldı. Ondan sonra On Dokuzuncu Mektûb’u Cenâb-ı Hakk’ın müsâadesiyle ve duâlarınız himmetiyle bu mübârek şuhûrlarda hitâm buldururum İnşâallâh.
Sevgili Üstâdım, senelerden beri nûr içinde bulunduğum hâlde ve bütün ömrümü ona sarfedip, hattâ başka eski güzel tefsîr görüp içerisinde bazı ihtiyâç görülen mes’ele olup, okunması lâzım iken, vaktin zâyi‘ olmaması için Risâle-i Nûr’dan anladığım ve aldığım feyiz kâfî diye onları okumaya bile vakit
bu âciz, pür kusûr talebenizi ta‘rîfinde âciz bir derecede memnûn ederek, bu mükerrer tebrîklerin bir günde gelmesini hakkımda büyük bir ni‘met bilerek kabul ettim. Cenâb-ı Hakk her ikinizden ebediyen râzı olsun. Âmîn.
Sevgili Üstâdım Efendim, biz mübârek nûrlarınızı burada ümmî talebeniz Çilingir vâsıtasıyla herkese, hattâ her eve ulaştırıp okutmakta ve neşrine çalışmaktayız. Ve nûrlar takdîr edilmektedirler. Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ve siz sevgili Üstâdımızın duâ himmetleri ve nûrların te’sîriyle Cenâb-ı Hakk bizlere yoldaş verip, bu hafta iki tane Asâ-yı Mûsâ siz sevgili Üstâdımızın mübârek ellerinizle tashîh ettiğiniz bir müsveddeden tashîh ediyoruz. Ve bu arada tashîh için gelecek arkadaşlarım gelinceye kadar da ikinci vazîfe-i Zülfikār’ı yazıyorum.
Onuncu Söz zeyliyle ve Yirmi Beşinci Söz zeyilleriyle berâber hemen bitmek üzere. Yetmiş sahîfe kadar bir şey kaldı. Ondan sonra On Dokuzuncu Mektûb’u Cenâb-ı Hakk’ın müsâadesiyle ve duâlarınız himmetiyle bu mübârek şuhûrlarda hitâm buldururum İnşâallâh.
Sevgili Üstâdım, senelerden beri nûr içinde bulunduğum hâlde ve bütün ömrümü ona sarfedip, hattâ başka eski güzel tefsîr görüp içerisinde bazı ihtiyâç görülen mes’ele olup, okunması lâzım iken, vaktin zâyi‘ olmaması için Risâle-i Nûr’dan anladığım ve aldığım feyiz kâfî diye onları okumaya bile vakit
geçirmediğim hâlde; nûrları takdîrime dâir kalemim kalbimdeki takdîr ve tahsînlere tercümânlık yapıp, hiçbir vecîze yazamamaklığım ve bir kısım yeni kardeşlerimin mektûblarındaki güzel tahsînleri görüp, kendimi Risâle-i Nûr’dan uzak görüp, bu güzel nûrlar kalbimde bir ilhâm açmayıp, açtı ise de kalemim tercümân olamadığına müteessir oluyorum. Anlıyorum ki, her kardeşim terakkî edip, kendimi de tedennîde görüyorum.
Risâle-i Nûr’dan aldığım îzâhla, ben kendime yine büyük bir lütuf olduğunu anlayarak kabul ediyorum. Çünkü sıhhatim yâr olsa idi, ben de bir kısım emsâlim gibi mübârek nûrların kevser şerbetlerini siz sâkî olan sevgili Üstâdımdan alıp sizlerle temâs edemezdim biliyorum. Bu kusûrlu talebeniz fakîr âileye mensûb olup, ibtidâiye tahsîlinden başka tahsîlim olmayıp, on beş, on sekiz senedir de marîza-i bedenimin şiddetli ızdırâbları yüzünden o tahsîlin açtığı fikir ve zekâ kapıları kapanıp, bilgilerimi unutmuştum. Şu on senedir de bulunduğum hâneden bir tarafa çıkamayıp, anlamak istediğim müşkillerimi anlamak için hiçbir âlimin yanına varamıyorum. Allâh’ıma şu dünyadaki bütün zerrâtlar adedince hamd olsun, şu zamanın, hattâ mâzî ve müstakbelin de en büyük ve en mühim ulemâsı olan Risâle-i Nûr’u bizlere bahşetmiş.
Nûr Şâkirdlerinden
Atabeyli Alîl Alî Osmân
geçirmediğim hâlde; nûrları takdîrime dâir kalemim kalbimdeki takdîr ve tahsînlere tercümânlık yapıp, hiçbir vecîze yazamamaklığım ve bir kısım yeni kardeşlerimin mektûblarındaki güzel tahsînleri görüp, kendimi Risâle-i Nûr’dan uzak görüp, bu güzel nûrlar kalbimde bir ilhâm açmayıp, açtı ise de kalemim tercümân olamadığına müteessir oluyorum. Anlıyorum ki, her kardeşim terakkî edip, kendimi de tedennîde görüyorum.
Risâle-i Nûr’dan aldığım îzâhla, ben kendime yine büyük bir lütuf olduğunu anlayarak kabul ediyorum. Çünkü sıhhatim yâr olsa idi, ben de bir kısım emsâlim gibi mübârek nûrların kevser şerbetlerini siz sâkî olan sevgili Üstâdımdan alıp sizlerle temâs edemezdim biliyorum. Bu kusûrlu talebeniz fakîr âileye mensûb olup, ibtidâiye tahsîlinden başka tahsîlim olmayıp, on beş, on sekiz senedir de marîza-i bedenimin şiddetli ızdırâbları yüzünden o tahsîlin açtığı fikir ve zekâ kapıları kapanıp, bilgilerimi unutmuştum. Şu on senedir de bulunduğum hâneden bir tarafa çıkamayıp, anlamak istediğim müşkillerimi anlamak için hiçbir âlimin yanına varamıyorum. Allâh’ıma şu dünyadaki bütün zerrâtlar adedince hamd olsun, şu zamanın, hattâ mâzî ve müstakbelin de en büyük ve en mühim ulemâsı olan Risâle-i Nûr’u bizlere bahşetmiş.
Nûr Şâkirdlerinden
Atabeyli Alîl Alî Osmân
(208)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur’âniyede Muktedir, Muhlis Arkadaşlarım,
Evvelen: Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, nûrları münâfıkların tecâvüzünden kurtarıyor. Yalnız taarruz bana oluyor. Hem taarruz edenleri rezîl ediyor ve kısmen vazgeçiriyor. Bana sabır ve sevâb veriyor. Netîcede mesrûr ediyor. Bu def‘a az telâşım Asâ-yı Mûsâ nüshaları birden elime geçti. Onlar da haber aldılar. Acaba bunlara hücûm olmasın? Lillâhi’l-hamd, hiç ilişmediler. Hattâ birisi düşmanlığı bırakıp, dost oldu. Ankara’ya vekîllere gönderilecek Dâhiliye Vekîli ile hasbihâl mektûblarını ona verdim. Sen gönder dedim. Sonra Sâlih Yeşil’e göndermeyi münâsib gördük, ona yazdık. Eğer münâsib ise, o onları İstanbul’dan Ankara’ya göndersin. Ve bir sûretini, bir münâsib gazete ile neşretsin diye yazdık. Berây-ı ma‘lûmât size haber veriyoruz. Eğer siz şimdilik münâsib değil derseniz, Sâlih’e yazınız ki, vermesin.
Sâniyen: Denizli Husrev’i ve Hâfız Alî’si Hasan Feyzî’nin bu pusulanın başını yazdıktan sonra bu saatte çok müjdeli uzun bir mektûbunu aldım. Elhak, o zât nûrların fütûhâtına büyük bir sebebtir. Bin Bârekallâh! o kardeşimiz şehnâmeleriyle