(531)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Azîz, Sıddîk, Kahraman (Husrev) ağabeyimiz,
Evvelen: Binler selâm eder, ellerinizden öperiz.
Sâniyen: İnebolu’da yeni harfle teksîr edilecek Târîhçe-i Hayâta “Ey ehl-i hal (Hâşiye) ve akd!” serlevhalı fıkranın da ilâvesi bildirilmişti. Hâlbuki bu fıkrayı Üstâdımız görmemiş, yanlış olmuş. Bu fıkra ilâve edilmeyecektir. Sungur kardeşimizin Doğu Mecmûası’na göndermek üzere yazdığı şu fıkra, Târîhçe-i Hayât’ın âhirinde münâsib gördüğünüz bir yerine ilâve edilecektir. O da şudur:
Ehl-i îmândan bütün gelenler, mâzîye gidenlere mağfiret duâlarıyla ve hasenâtlarını onların rûhlarına bağışlamalarıyla yardımlarına binâen, Denizli Mahkemesi’nde demiştim: “Mahkeme-i Kübrâ’da milyarlar ehl-i îmândan da‘vâcılar tarafından, Kur’ân hakîkatlerine hizmet eden nûr talebelerini mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki, Serbestiyet Kanunu’yla dinsizlerin, komünistlerin neşriyâtlarına ve anarşiliği yetiştiren
Hâşiye: Hem bu fıkra Afyon müdâfaasının âhirinde neşredilmiş.
cemiyetlerine müsâmahakârâne bakıp ilişmediğiniz hâlde, vatan ve milleti anarşilikten ve dînsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün iʻdâm-ı ebedîsinden kurtarmaya çalışan Risâle-i Nûr’u ve talebelerini hapislerle, tazyîklerle perişan etmek istediniz” diye sizlerden sorulsa, ne cevab vereceksiniz? Biz de sizlerden soruyoruz. Onlara demiştim. O zaman insaflı, adâletli zâtlar bizi berâet ettirdiler.
Sâbık mahkemelerde da‘vâ ettiğimiz ve hüccetlerini gösterdiğimiz gibi, bizim düşmanlarımız ve hükûmeti iğfâl ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve adliyeleri aleyhimize sevkeden resmî ve gayr-ı resmî muârızlarımız, ya gāyet fenâ bir sûrette aldanmış veya aldatılmış veya anarşilik hesabına gāyet gaddâr bir ihtilâlcidir. Veya İslâmiyete ve hakîkat-i Kur’ân’a karşı mürtedâne mücâdele eden bir dessâs zındıktır ki, bize hücûm etmek için istibdâd-ı mutlaka cumhûriyet nâmını vermekle, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla, sefâhet-i mutlaka medeniyet nâmını takmakla, cebr-i keyfî-i küfriye kānûn nâmını vermekle, hem bizi perişan, hem hükûmeti iğfâl, hem adliyeyi bizimle zalîmâne meşgūl eylediler.
Duânıza muhtâç
Ziyâ, Zübeyir
(532)
Rize
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Çok Muhterem ve Azîz Üstâdımız Bedîüzzamân Saîdü’n-Nûrsî Hazretleri’ne,
Evvelen: Böyle bir zamanda sizin gibi emsâlsiz bir Üstâda mâlik olduğumuza, Allâh’a milyarlarca şükrederim.
Sâniyen: Yüzlerce felsefe kitabı beni tatmîn etmediği hâlde, henüz külliyâtı elime geçmeyen Risâle-i Nûr’un beni tatmîn edişindeki hikmete karşı, şükürden âciz kaldığımı beyân ederim.
Sâlisen: En büyük emelim, dâhî-i a‘zam siz Üstâdımı görmek, koklamak ve biraz dinlemektir.
Râbian: Bütün mefkûrem, gücüm yettiği kadar eserinizden ilhâm alarak vatan ve millete ve insanlığa hizmet etmektir.
Hâmisen: Dünyanın bu derece küfre gidişi, sizi maddî ma‘nevî yıprattı ise de, eserinizin kıyâmete kadar bâkî kalacağını düşündükçe mesʻûdsunuz. Zaten siz fânîyi değil, bâkîyi tercîh etmişsiniz. Sizlere gece gündüz duâ eder, milyarlar kere hürmet, ellerinizden öperim, çok kıymetli Üstâdım.
Eserinize ve duânıza muhtâç
kusûrlu talebeniz
Mehmed KAN
Ayrıca Meclis-i Mebʻûsân'a dîn lehinde bir lâyihası var. Sonra gönderilecek.
*
* *