Mektub 708

Sayfa 519

fedâkârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat‘iyen kanâatim geldiğinden, vasiyetnâmemin âhirinde beyân ediyorum.

Bu vasiyetnâme, benden sonra bâkî kalan ta‘yînât içinde de konulsun, tâ ki bazı insâfsız insanlar, “Bu Saîd günde beş on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı hâlde, şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakîkati izhâr etmek münâsib olur.

Şimdi ma‘nevî evlâdlarım, fedâkâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullâh, Mustafâ gibi ve hâs ve hâlis nûrun kahramanları olan Husrev ve Nazîf, Tâhirî, Mustafâ Gül gibi zâtların nezâretinde o düstûrumun muhâfaza edilmesini vasiyet ediyorum.

Saîdü’n-Nûrsî

[708]

(Bazı gazetelerde çıkan yalanlar hakkındaki bir tekzibi berây-ı ma‘lûmat gönderiyoruz.)

Bazı muhâlif gazeteler, Risâle-i Nûr talebelerine tekrâr “Tarîkat kurmuşlar” ithâmını yaptıklarını gördük. Bunun hakîkatle hiçbir alâkası yoktur. Bu husus Risâle-i Nûr da‘vâsını gören ona yakın ağır cezâ mahkemesinin kat‘iyet kesbetmiş

Sayfa 520

kararlarıyla sâbittir. Hem tarîkata dâir en küçük bir emâreye, vaktiyle müsâdere edilip sonra bilâkayd u şart sâhiblerine iâde edilen Risâle-i Nûr kitabları ve mektûbları arasında tesâdüf edilmemiştir. Bilakis Üstâdımız Saîdü’n-Nûrsî’nin mektûblarında ve müdâfaalarında kat‘î bir lisânla beyân ettiği: “Zaman, tarîkat zamanı değil, îmânı kurtarmak zamanıdır. Tarîkatsız cennete giden pek çok, fakat îmânsız cennete giden yoktur” ifâdesi mevcûddur. Bu sarâhate ve bütün mahkeme ve müddeî-i umûmîlerin otuz seneden beri tarîkat husûsunda en küçük bir delîle tesâdüf edememelerine mukābil, dîni ortadan kaldırmak isteyen ve bugünkü İslâmî inkişâfı bir türlü hazmedemeyen, dîne lâkayd hattâ aleyhindeki bir güruh, hakîkat-i İslâmiyete tarîkat nâmını verip kendi efkârları lehine bu vatanda bir zemin ihzâr etmek peşindedirler. Elbette her def‘asında olduğu gibi, gizli dinsizlerin entrikaları ile, plânları ile ihdâs edilen bu vâkıa, bu vatan ve milletin lehine olarak tecellî edecektir. Ve Aydın ve Nazilli Mahkemeleri de, adâletli seleflerine ittibâen nûr şâkirdlerini tebrie edeceklerdir.

Risâle-i Nûr’un bütün vatan sathında ve hattâ Âlem-i İslâm ve Avrupa’nın pek çok yerlerinde hüsn-ü kabûle mazhar olması ve Türkleri Âlem-i İslâm’la eski ittihâda muvaffak edecek bir dünyevî semeresi Nûr şâkirdlerinin niyetlerinde olmadan netîce vermesi ve hükûmetin bizzât İslâmiyete, dîne, vicdân hürriyetine tam kıymet verip eski

Sayfa 521

hükûmetin tahrîbâtlarını tamire çalışması ve mukaddesâta tecâvüz edenlerin tenkîli hakkında bir kanun çıkarmaya teşebbüsü gibi müsbet ve ferahlatıcı pek çok hâdisatın aynı anında o asılsız mes’elenin ihdâsı, hükûmetin ve İslâmiyet’in aleyhinde olanların mahsulü olduğunda aslâ şüphe etmiyoruz.

Yalanlarının birkaç delîli de şunlardır:

Üstâdımız Saîdü’n-Nûrsî için “Bir şâh ve bir padişâh gibi yaşamakta ve gelen yardımlarla geçinmektedir” diye o vicdânsızlar apaçık bir iftirâda bulunmuşlardır. Saîdü’n-Nûrsî, amcasının çorbasını dahi içmemiş olup, hayatında kimsenin minneti altında kalmayıp, beş bin lira hediyeye beş para değer vermeden red ve iâde eden, hayatındaki istiğna düstûrunu en zâlimâne muâmeleler ve mahrûmiyetler içinde kaldığı zamanlarda dahi bozmayan ve böylece izzet-i İslâmiye ve şeref-i dîniyeyi muhâfaza etmiş olan bir zâttır.

Evet, Üstâdımızın halkların hediyesini kabul etmemek düstûru, seksen senelik hayatı ile sâbit olduğu ve otuz senelik müteaddid mahkemelerde dahi vesîkalarla tahakkuk etmiş, dost ve düşmanın gözleri önünde zâhir olmuştur. Bu bedîhî hakîkatin herkesçe bilindiği bir zamanda, böyle ithâmda bulunanların ne kadar dehşetli garazkâr olduklarını ehl-i vicdânın takdîrlerine bırakıyoruz.

Ankara hükûmetinin adâletiyle Üstâdımız Saîdü’n-Nûrsî’nin Risâle-i Nûr eserleri

Sayfa 522

basılmaktadır. Hissesine düşen bir mikdâr kitab fîyâtlarını Üstâdımız, hayatını nûrlara vakfedip nafakasını çıkaramayan nûr talebelerine ta‘yîn olarak vermektedir. Kendisi de, bugün artık herkesin ma‘lûmu olmuş olan a‘zamî bir iktisâd ve kanâatla yaşamaktadır. Ve bütün ömrü boyunca fevkalâde bir iktisâd dâiresinde kendini idâre ettiğine, seksen senelik hayatını bir şâhid-i sâdık olarak gösteriyoruz.

Halkı demokrat hükûmet aleyhine geçirmek plânlarını ta‘kîb eden muhtelif gazetelerin diğer bir zâhir yalanları ise, Nazilli’de iki mübârek adamın Ramazân-ı Şerîf hakkındaki hasb-i hâlini, İslâmî bir devlet kurmak gibi siyâsetvârî bir tarzda tebdîl edivermeleri, o sahte siyâset bezirgânlarının, çocukları dahi kandıramıyacakları acemîce bir iftirâ ve bir uydurmalarından ibarettir. Böyle yalanları yapmakla hangi maksadlarının istihsâline çabaladıkları, kimsenin mechûlü değildir.

Nazilli’ye hiç gitmemiş olan, orada bir kimseyi tanımayan, kırk seneden beri اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَمِنَ السِّيَاسَةِ deyip, siyâsetle alâkasını kesen, yalnız ve yalnız Kur’ân ve îmân hakîkatlariyle îmânı kurtarmak da‘vâsına ömrünü hasreden, bunun hâricinde dünyevî şeylerle alâkadâr olmayan, seksen yedi yaşında, dâimâ yatakta olan, zehirli hastalıkların te’sîrâtıyla ölüm nöbetleri geçirip “Kabir kapısındayım” diyen ve sükûnet ve istirâhata pek muhtâç olan Saîdü’n-Nûrsî gibi bir İslâm müellifini,

Sayfa 523

böyle siyasî iftirâlarla mevzûu bahsetmek, çok vecihlerle vicdânsızlıktır, müdhiş bir gaddarlıktır, âdi bir yalancılık derekesine sukūttur.

Herhangi bir dîn âlimine, bir bahâne ile peygamberlik isnâdını yapmak, doğrudan doğruya İslâmiyete bir taarruz ve Kur’ân’a bir ihânettir.

Üstâdımız Saîdü’n-Nûrsî, bütün ömrü müddetince sünnet-i seniyeye ittibâ‘ etmiş ve bir sünnet-i seniyeye muhâlif hareket etmemek için i‘dam cezâlarını hiçe saymış ve sünnet-i seniyeyi ihyâ ve îmânı muhâfaza uğrunda yüz otuz parça eser te’lif etmiştir. Hûnhâr dîn düşmanlarına karşı hayatını istihkār ederek mücâhede etmiş ve nihâyet muvaffak ve muzaffer olmuştur. Evet, ittibâ‘-ı sünnet-i Ahmediyeye (asm) dâir yazdığı bir eseri, otuz seneden beri binlerce nüsha neşrolmuştur. Fahr-ı kâinat Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) efendimizin son ve hak peygamber olduğuna dâir muazzam bir eseri olan Mu‘cizat-ı Ahmediye (asm) kitabı da meydandadır. Hakîkat-i hâl böyle olduğu hâlde, Saîdü’n-Nûrsî’ye böyle bir ithâmı yapanların, hak ve hakîkatten, insâf ve vicdândan ne kadar uzak oldukları kıyâs edilsin. Bu ithâmı yapmak, şeytanların bile hâtırından geçmez.

Bu hâdisenin bir sebebi şu olmak kavîdir ki, Risâle-i Nûr, aile hayatına büyük bir fâide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saâdetle hayat geçirmelerini te’mîn ettiğinden, kadınlar Risâle-i Nûr’a çoklukla rağbet göstermektedirler.

Sayfa 524

Buna bir hüsn-ü misâl olarak, hanımların neşrolunan birkaç makalesini dîn düşmanları görmüşler ve bolşeviklik hesâbına bir takım uydurma bahânelerle hücûma geçmişlerdir. Fakat aslâ muvaffak olamayacaklardır. Onların maksadlarının tam aksine olarak, Risâle-i Nûr’un neşriyâtı erkek ve kadınlar arasında hârika bir tarzda inkişâf etmektedir ve edecektir.

Hastalığı münâsebetiyle hizmetinde bulunan

Tâhirî, Zübeyr, Ceylan, Bayram, Sungur, Rüşdü

[709]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

En mühim bir mahkemede son sözüm olarak “Mahkeme-i Kübrâ’ya Şekvâ” nâmıyla yazılan ve Târîhçe-i Hayât’ta birkaç def‘a neşrolunan ve mahkemede iken Ankara makāmâtına, temyîz mahkemesine ve mahkeme reîslerine gönderilen şekvânın sebebi o hâdisenin acîb, garip, küçük bir numûnesi bu def‘a aynen başıma geldiği için o “Mahkeme-i Kübrâ’ya Şekvâya” bir hâşiyecik olarak beyân ediyorum:

İki gün evvel çok müştâk olduğum ve eski zamanda Anadolu medrese-i ilmiyesi hükmünde olan Konya’ya üç sebeb bahânesiyle;

Biri: İki hakîkatli nûr kardeşim, fakîr hâlleriyle berâber büyük bir masrafa girip İzmir mahkemesine gitmişler. Dönüşlerinde yanıma uğradılar. Ben de onları kısmen masraftan kurtarmak için, husûsî otomobilim ile Konya’ya kadar berâber almak.

Emirdağ Lahikası - 4
  • fedâkârlarına kâfi gelmesi, eski zamandaki işaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduğuna kat‘iyen kanâatim geldiğinden, vasiyetnâmemin âhirinde beyân ediyorum.

    Bu vasiyetnâme, benden sonra bâkî kalan ta‘yînât içinde de konulsun, tâ ki bazı insâfsız insanlar, “Bu Saîd günde beş on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı hâlde, şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakîkati izhâr etmek münâsib olur.

    Şimdi ma‘nevî evlâdlarım, fedâkâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullâh, Mustafâ gibi ve hâs ve hâlis nûrun kahramanları olan Husrev ve Nazîf, Tâhirî, Mustafâ Gül gibi zâtların nezâretinde o düstûrumun muhâfaza edilmesini vasiyet ediyorum.

    Saîdü’n-Nûrsî

    [708]

    (Bazı gazetelerde çıkan yalanlar hakkındaki bir tekzibi berây-ı ma‘lûmat gönderiyoruz.)

    Bazı muhâlif gazeteler, Risâle-i Nûr talebelerine tekrâr “Tarîkat kurmuşlar” ithâmını yaptıklarını gördük. Bunun hakîkatle hiçbir alâkası yoktur. Bu husus Risâle-i Nûr da‘vâsını gören ona yakın ağır cezâ mahkemesinin kat‘iyet kesbetmiş

Item 1 of 6