hayret içinde idim. Şimdi hem ma‘nevî ihtârla, hem mezkûr hiss-i kable’l-vukū‘lar ile, hem meydândaki Risâle-i Nûr’un galebe ve serbestiyeti ile tahakkuk etti ki, Risâle-i Nûr’daki hakîkat-i ihlâs, Rızâ-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet ve tâbi‘ olamaz. Ve Kur’ân’dan başka hiçbir nokta-i istinâdı olmadığını isbât etmek için o acîb hâlet-i rûhiye verilmiş.
Husrev mektûbunda demiş ki: “Yüzümüzden çektiğin zahmetlerden hakkını helâl et.” Ben de derim: Yüz bin def‘a helâl ediyorum. Çünkü o zahmetler bütün rahmetler oldu. Noktaları silindi. Fakat benim hatâlar ve kusûrlarımla sizin çektiğiniz zahmetler cihetiyle hakkınızı siz bana helâl etmelisiniz. Ben i‘tirâf ediyorum ki, sizin gibi hâlis, sâfî zâtlara tam kardeş olmaya lâyık değilim. İnşâallâh Cenâb-ı Hakk merhametiyle sizlerin yüzünden beni de affeder.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
[32]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk, Sarsılmaz, Sebâtkâr, Fedâkâr, Vefâdâr Kardeşlerim,
Bilirsiniz ki, Ankara ehl-i vukūfu, Risâle-i Nûr’a âit kerâmetleri ve işârât-ı gaybiyeleri
inkâr edememişler. Yalnız, yanlış olarak o kerâmetlerde hissedâr olduğumu zannedip i‘tirâz etmişler. Ve “böyle şeyler kitabda yazılmamalı idi. Kerâmet izhâr edilmez” demişler. Bunların bu hafîf tenkîdlerine mukābil müdâfaâtımda onlara cevâben demiştim ki: “O kerâmetler bana âit değildir. Ve o kerâmetlere sâhib olmak benim haddim değildir. Belki Kur’ân’ın mu‘cize-i ma‘neviyesinin tereşşuhâtı ve lem‘alarıdır ki, hakîkî bir tefsîri olan Risâle-i Nûr’da kerâmetler şeklini almıştır. O kerâmetler Risâle-i Nûr şâkirdlerinin kuvve-i ma‘neviyelerini takviye etmek için ikrâmât-ı İlâhiye nev‘indendir. İkrâm ise, izhârı bir şükürdür, câizdir, hem makbûldür.”
Şimdi ehemmiyetli bir sebebe binâen cevabı bir parça îzâh edeceğim. Ve ne için izhâr ediyorum ve ne için bu noktada bu kadar tahşîdât yapıyorum ve ne için bu birkaç aydır bu mevzû‘da çok ileri gidiyorum ve ne için ekser mektûblar o kerâmete bakıyor? diye ma‘nen suâl edildi.
Elcevab: Risâle-i Nûr’un hizmet-i îmâniyesinde, bu zamanda binler tahrîbâtçılara mukābil, yüz binler ta‘mîrâtçı lâzım gelirken (1); hem benimle beraber lâakall yüzer kâtib ve yardımcı bulunmaya ihtiyâç varken (2); değil çekinmek ve temâs etmemek, belki milletin ve ehl-i idârenin takdîr ile ve teşvîk ile yardım etmeleri ve temâs etmeleri zarûrî iken (3); ve o hizmet-i îmâniye hayât-ı bâkiyeye baktığı için, hayât-ı fâniyenin meşgalelerine ve fâidelerine tercîh etmek ehl-i îmâna vâcib iken (4); kendimi misâl olarak derim ki: beni her şeyden
ve temâstan ve yardımcılardan men‘etmek ile beraber, aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaşlarımın kuvve-i ma‘neviyelerini kırmak ve benden ve Risâle-i Nûr’dan soğutmak; ve benim gibi ihtiyâr, hasta, zayıf, garip, kimsesiz bîçâreye, binler adamın göreceği vazîfeyi başına yüklemek; ve tecrîd ve tazyîklerde maddî bir hastalık nev‘inden insanlarla temâstan ve ihtilâttan çekilmeye mecbûr olmaklığım;
Hem o derece te‘sîrli bir tarzda halkları ürkütmek ki, en ziyâde merbût görünen bazı dostlarım bana selâm vermemek, hattâ bazı, namazı da terketmek derecesinde ürkütmek ile kuvve-i ma‘neviyeyi kırmak cihetlerinden ve sebeblerinden, ihtiyârım hâricinde bütün o mâni‘lere karşı Risâle-i Nûr şâkirdlerinin kuvve-i ma‘neviyelerinin takviyesine medâr ikrâmât-ı İlâhiyeyi beyân ederek Risâle-i Nûr etrafında ma‘nevî bir tahşîdât yaptırmak; ve Risâle-i Nûr kendi kendine, tek başıyla başkalarına muhtâç olmayarak bir ordu kadar kuvvetli olduğunu göstermek hikmetiyle bu çeşit şeyler bana yazdırılmıştır. Yoksa hâşâ, kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh etmek ve hodfurûşluk etmek, Risâle-i Nûr’un ehemmiyetli bir esâsı olan ihlâs sırrını bozmaktır. İnşâallâh Risâle-i Nûr kendi kendine hem kendini müdâfaa ettiği, hem kıymetini tam gösterdiği gibi, bizi de ma‘nen müdâfaa edip kusûrlarımızı affettirmeye vesîle olacaktır.
Umûm kardeşlerime ve hemşîrelerime, hâssaten duâları makbûl mübârek ma‘sûmlar tâifesine ve muhterem ihtiyârlar cemâatinden her birerlerine binler selâm ve duâ ederek Ramazân-ı Şerîflerini tebrîk ederiz. Duâlarını ricâ ederiz. (Hâşiye)
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Hasta kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
Hâşiye: Size gönderdiğim Âyetü’l-Kübrâ Rehberi acelelikle olmuş. Anlaşılan noktaları da nazara alınmış. Sizler ma‘nâsı anlaşılan noktalar için zahmet çekmeyiniz. Rehberi daha muhtasar yapabilirsiniz. İnşâallâh Âyetü’l-Kübrâ nüshalarının fiyâtı Mu’cizâtlı Kur’ân’ımızın tab‘ına belki İnşâallâh Muʻcizât-ı Kur’âniye ve Mu’cizât-ı Ahmediye’nin (asm) tab‘ına bir medâr olur. Hapsi berâatimizde olduğu gibi bu cihetle de Âyetü’l-Kübrâ bir mukaddeme-i kübrâ, bir Âyet-i Ekber olur.
Saîdü’n-Nûrsî
*
* *
Isparta’daki umûm Risâle-i Nûr talebeleri nâmına Ramazan tebrîki münâsebetiyle yazılmış ve on üç fıkra ile ta‘dîl edilmiş bir mektûbdur.
[33]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Ey Âlem-i İslâm’ın dünya ve âhirette selâmeti için Kur’ân’ın feyziyle ve Risâle-i Nûr’un hakîkatiyle ve sâdık şâkirdlerinin himmetiyle mübârek gözlerinden yaş yerine kan akıtan;