Sekizinci Mektub

Sayfa 21

SEKİZİNCİ MEKTUB

بِاسْمِه۪

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ isimleri بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ e girdiklerinin ve her mübârek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyânını başka vakte ta‘lîkan, şimdilik kendime âit bir hissimi söyleyeceğim. Kardeşim! Ben “er-Rahmân” “er-Rahîm” isimlerini öyle bir nûr-u a‘zam görüyorum ki, bütün kâinâtı ihâta eder. Ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmîn edecek ve hadsiz düşmanlarından emîn edecek, nûrlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nûr-u a‘zam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesîle, fakr ile şükür; acz ile şefkattir. Yani ubûdiyet ve iftikārdır.

Şu mes’ele münâsebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hatta bir üstâdım olan İmâm-ı Rabbânî’ye muhâlif olarak diyorum ki: Hazret-i Ya‘kūb Aleyhisselâm’ın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı şedîd ve parlak hissiyâtı, muhabbet ve aşk değildir. Belki şefkattir. Çünkü şefkat aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezîhtir. Ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecâzî mahbûblara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur’ân-ı Hakîm’in parlak bir i‘câz ile parlak bir sûrette gösterdiği ve ism-i Rahîm’in vusûlüne vesîle olan hissiyât-ı Ya‘kūbiye (as), yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd’e vesîle-i vusûl olan aşk ise, Züleyhâ’nın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı olan muhabbet mes’elesindedir. Demek Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Hazret-i Ya‘kūb Aleyhisselâm’ın hissiyâtını ne derece Züleyha’nın hissiyâtından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.

Sayfa 22

Üstâdım İmâm-ı Rabbânî, aşk-ı mecâzîyi makam-ı nübüvvete pek münâsib görmediği için demiş ki: “Mehâsin-i Yûsufiye mehâsin-i uhreviye nev‘inden olduğundan, ona muhabbet ise, mecâzî muhabbetler nev‘inden değildir ki kusur olsun.” Ben de derim: Ey üstâd! O tekellüflü bir te’vîldir. Hakîkat şu olmak gerektir ki: O, muhabbet değil, belki yüz def‘a muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir. Evet, şefkat bütün envâıyla latîf ve nezîhtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envâına tenezzül edilmiyor.

Hem şefkat pek geniştir. Bir zât, şefkat ettiği evlâdı münâsebetiyle bütün yavrulara, hatta zîruhlara şefkatini ihâta eder. Ve Rahîm isminin ihâtasına bir nevi‘ aynadârlık gösterir. Halbuki aşk ise, mahbûbuna hasredip her şeyi mahbûbuna fedâ eder. Yahud mahbûbunu i‘lâ ve senâ etmek için, başkalarını tenzîl ve ma‘nen zemmeder. Ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: “Güneş, mahbûbumun hüsnünü görüp utanıyor. Görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.” Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz ism-i a‘zamın bir sahîfe-i nûrânîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?

Hem şefkat hâlistir. Mukābele istemiyor. Sâfî ve ıvâzsızdır. Hatta en âdî mertebede olan hayvanâtın yavrularına karşı fedâkârâne, ıvâzsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister. Ve mukābele taleb eder. Aşkın ağlamaları bir nevi‘ talebdir, bir ücret istemektir. Demek süver-i Kur’âniyenin en parlağı olan Sûre-i Yûsuf’un en parlak nûru olan Hazret-i Ya‘kūb’un (as) şefkati, ism-i Rahmân ve Rahîm’i gösterir. Ve şefkat yolu rahmet yolu olduğunu bildirir. Ve o elem-i şefkate devâ olarak da فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ dedirir.

اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي

Said

Sayfa 23

DOKUZUNCU MEKTUB

بِاسْمِه۪

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Yine o hâlis talebesine gönderdiği mektubun bir parçasıdır.

Sâniyen: Neşr-i envâr-ı Kur’âniyedeki muvaffakiyetin ve gayretin ve şevkin bir ikrâm-ı İlâhîdir. Belki bir kerâmet-i Kur’âniyedir, bir inâyet-i Rabbâniyedir. Sizi tebrîk ediyorum. Kerâmet ve ikrâm ve inâyetin bahsi geldiği münâsebetiyle, kerâmet ve ikrâmın bir farkını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Kerâmetin izhârı, zarûret olmadan zarardır. İkrâmın izhârı ise, bir tahdîs-i ni‘mettir. Eğer kerâmet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmâresi bâkî ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine i‘timâd etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrâc olabilir. Eğer bilmeyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir suâl var. İntâk-ı bilhak nev‘inden ona muvâfık bir cevab verir. Sonra anlar. Anladıktan sonra kendi nefsine değil, belki kendi Rabbisine i‘timâdı ziyâdeleşir. Ve “Beni benden ziyâde terbiye eden bir Hâfız’ım vardır” der. Tevekkülünü ziyâdeleştirir. Bu kısım hatarsız bir kerâmettir. İhfâsına mükellef değil. Fakat fahır için kasden izhârına çalışmamalı. Çünkü onda zâhiren insanın kesbinin bir medhali bulunduğundan, nefsine nisbet edebilir. Ama ikrâm ise, o kerâmetin selâmetli olan ikinci nev‘inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. İzhârı tahdîs-i ni‘mettir. Kesbin medhali yoktur. Nefsi onu kendine isnâd etmez. İşte kardeşim, hem senin hakkında, hem benim hakkımda, bâhusus Kur’ân hakkındaki hizmetimizde eskiden beri gördüğüm ve yazdığım ihsânât-ı İlâhiye bir ikrâmdır. İzhârı tahdîs-i ni‘mettir. Onun için sana karşı tahdîs-i ni‘met nev‘inden, ikimizin hizmetimize âit muvaffakiyâtı yazıyorum. Biliyordum ki, sende fahır değil, şükür damarını tahrîk ediyor.

Mektubat
  • SEKİZİNCİ MEKTUB

    بِاسْمِه۪

    وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

    اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ isimleri بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ e girdiklerinin ve her mübârek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyânını başka vakte ta‘lîkan, şimdilik kendime âit bir hissimi söyleyeceğim. Kardeşim! Ben “er-Rahmân” “er-Rahîm” isimlerini öyle bir nûr-u a‘zam görüyorum ki, bütün kâinâtı ihâta eder. Ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmîn edecek ve hadsiz düşmanlarından emîn edecek, nûrlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nûr-u a‘zam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesîle, fakr ile şükür; acz ile şefkattir. Yani ubûdiyet ve iftikārdır.

    Şu mes’ele münâsebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hatta bir üstâdım olan İmâm-ı Rabbânî’ye muhâlif olarak diyorum ki: Hazret-i Ya‘kūb Aleyhisselâm’ın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı şedîd ve parlak hissiyâtı, muhabbet ve aşk değildir. Belki şefkattir. Çünkü şefkat aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezîhtir. Ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecâzî mahbûblara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur’ân-ı Hakîm’in parlak bir i‘câz ile parlak bir sûrette gösterdiği ve ism-i Rahîm’in vusûlüne vesîle olan hissiyât-ı Ya‘kūbiye (as), yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd’e vesîle-i vusûl olan aşk ise, Züleyhâ’nın Yusuf Aleyhisselâm’a karşı olan muhabbet mes’elesindedir. Demek Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Hazret-i Ya‘kūb Aleyhisselâm’ın hissiyâtını ne derece Züleyha’nın hissiyâtından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.

Item 1 of 3