[406]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Evvelen: Receb-i Şerîfinizi, şuhûr-u selâsenizi ve muvaffakiyetinizi tebrîk ediyoruz. Ve Asâ-yı Mûsâ’yı fevkalâde sıhhatle yazan ve çıkaranlara bin Bârekallâh deriz. Pek az sönük ve bazı noktalardan başka yanlışını bulamadım. Tâhirî ile gönderdiğim sehivleri makine ile çıkarmaya o kadar lüzûm yok. Yalnız iki yerde ma‘nâya zarar veren sehivler var. Üçüncü mes’elede (gaybı bildirmemek) iken (bildirmek) yazılmış. Ve İktisâd Risâlesi’ndeki, Husrev hâşiyesinde üç kelimedeki sehiv, el ile bu iki sehiv tashîh edilse kâfi geliyor.
Kardeşimiz fa‘âl Re’fet Bey’in mektûbunda, İmâm Nûreddîn ve refîkasıyla nûrlara ciddî çalışmaları ve Re’fet’in talebelerinden Sâim’in de hatme-i Kur’ân’dan sonra nûrları yazmaya başlaması ve Husrev’in halasının kızı Râbia’nın Asâ-yı Mûsâ’yı tamâmen yazmasıyla Zülfikār’a başlaması gösteriyor ki, Medresetü’z-Zehrâ talebeleri içinde her bir tâifeden var. Cenâb-ı Hakk onları muvaffak etsin. Âmîn.
Sâniyen: İkinci Isparta kahramanlarından başta kardeşimiz Nâzif ve Abdurrahmân Salâhaddîn olarak oradaki tam fedakâr ve çalışkan kardeşlerimizin hakîkî bir
ittihâd, bir tesânüd ve kuvvetli bir ittifâka fedâkârâne karar vermeleri ve husûsen mektûblarındaki isimleri bulunanları rûh u cânımızla tebrîk ediyoruz. Ve onların şuhûr-u selâsemizi tebrîklerine mukābil şuhur-u mübârekelerini tebrîk, Cenâb-ı Hakk hem onlar hakkında, hem umûm Nûrcular hakkında nûrun fütûhâtıyla mübârek eylesin. Âmîn.
Gerçi çok esbâba binâen zâhirce bir parça tevakkuf gibi birkaç ay geçti. Fakat perde altında nûrun fütûhâtı o havâlîde tevakkuf değil, bilakis terakkî ettiğini, ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Hoca Rıfʻat’ın güzel mektûbuyla ve beş kardeşin mektûbu ve o mektûbu tasdîk ile iştirâk ve imzâ basan on beş Nûrcu kardeşlerimizin mektûbları isbât ediyor. Cenâb-ı Hakk onları dâimâ muvaffak eylesin. Âmîn.
Bu def‘a yeni hurûf Asâ-yı Mûsâ’dan yüz yirmi yedinci sahîfeye kadar yanlışsız mükemmel yazıldığını gördük. İnşâallâh o yeni hurûfla çıksa, eski hurûf bilmeyen çok gençleri kurtaracak. Başka sâhada fütûhât-ı nûriyeyi parlattıracak.
Sâlisen: Merhûm Âsım Bey’in halefi ve güzel kalemiyle nûrlara çok hizmet eden Ya‘kūb Cemâl’in güzel mektûbunda nûrânî bir zâttan bahsedip, o zât ma‘nâsında Türbe-i Saâdet’e gitmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yüksek bir sadâ ile salât-ı münfericeyi okuması ve Türbe-i Saâdet’in duvarına yazması ve بِه۪ بِه۪ بِه۪ بِه۪ kelimeleri ile sekiz def‘a Resûl-i Ekrem’e (asm) işâret bulunması, ferah ve ferec ile fütûhât-ı nûriyeye ma‘nevî bir işâret, hayırlı bir tefe’ül telâkkî ediyoruz. Ve Denizli’de ve civârında
nûrların şevk ile intişârı ve iki kardeş Şevkî ve Alî, nûr dâiresinde çalışmalarını yazıyor. Cenâb-ı Hakk onları muvaffak eylesin. Âmîn.
Râbian: Aydın tarafının Hasan Feyzî’si olan Ahmed Feyzî’nin teşvîkiyle nûr dâiresine tam bir ciddiyetle giren ve çalışan Alî Akdağ’ın samîmî ve şiddetli bir alâka ile yazdığı mektûbunu aldım. Husûsî mektûblara cevab vermeye hâlim müsâid olmadığı için cevab yazamadım. Ahmed Feyzî’ye ve o kardeşimize ve Nûrcu arkadaşlarına çok selâm ve duâ ediyoruz. Ve Eskişehir hapis arkadaşlarımızdan merhûm Hâcı Emîn akrabalarına da çok selâm ediyoruz. (Hâşiye)
Umûm kardeşler ve hemşîrelerimize binler selâm ve duâ ediyoruz.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
Hâşiye:
Kardeşlerim! Bu bahârın Isparta, Konya, Denizli, İnebolu gibi yerlerde kardeşlerimi ziyâret etmek şiddetli bir arzu oldu. Hâlbuki ben insanlar içinde oturamadığım için, husûsî küçük bir otomobili biri hâtırıma getirdi. Hem dedi: “Bin banknota kadar alınabilir.” Ben de temennî nev‘inde “Keşke minnetsiz, masrafsız böyle bir vâsıta elimize geçse idi, ben de bu âhir ömrümde kardeşlerimi ziyâret etse idim.” Bu arzumu buradaki bir iki kardeşimiz ciddî bir karar zannetmişler. Sonra
Konya kahramanı Sabrî ve İnebolu bahâdırı Salâhaddîn ve Isparta kahramanı Tâhirî arzuya muvâfık bir otomobili benim için almışlar. Fakat bin lira değil, dört bin lira vermişler. Buraya getirildi. Ben birden o arzum hükmüyle memnûn oldum. Sonra ma‘nevî bir şiddetli ihtâr ile denildi: “Sen on kuruşluk bir hediyeyi kabul edemiyorsun, böyle büyük bir yekûnde bir hediyeyi kabul etmek, dünyadan istiğnâ ve sırr-ı ihlâs ve senin düstûr-u hayâtına zıd olduğu gibi, ehl-i ilmin derd-i maîşet bahânesiyle sünnet-i seniyeye hizmet etmemesi hatalarına fiilen bir fetvâ veriyorsun” diye bana şiddetli ilişti. Ben de o arzumdan vazgeçtim. Onu alan fedâkâr kardeşlerimiz نِيَّةُ الْمُؤْمِنِ خَيْرٌ مِنْ عَمَلِه۪ sırrıyla her biri onun fiyatı kadar sevâb kazandılar, İnşâallâh. Umûma selâm.
Saîdü’n-Nûrsî
*
* *
(407)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Evvelen; Gerçi şimdi ayrı ayrı kasabalarda kardeşlerimi görüp, nûr hizmetinde bir cihette yardım etmek için, beş kardeşimin benim için minnetsiz olarak aldıkları