[89]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدَ الْاٰبِد۪ينَ
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim ve Mübârek Vârislerim ve Emîn Vekîllerim,
Evvelen: Size kat‘iyen haber veriyorum ki, hakkımızda ve Risâle-i Nûr hizmetinde, inâyet-i Rabbâniye ve tevfîkat-ı Samedânîye devam ediyor. Zâhiren çirkin perdeler altında, gāyet güzel netîceler var. Bir zararımıza bedel, yüz menfaat bizlere ihsân ediliyor. Onun için geçici, muvakkat sıkıntılara ve sarsıntılara ehemmiyet vermemek lâzımdır.
Sâniyen: Mümkün olduğu kadar Asâ-yı Mûsâ mecmûasını yazmakta fütûr ve tevakkuf verilmesin. O kudsî birinci vazîfenin pek çok ehemmiyeti var. بِهِ الظُّلْمَةُ انْجَلَتْ onun hakkında İmâm-ı Alî radiyallâhu anh demiş. Size iki Alî’nin on dört parça mübârek risâlelerini tashîh edip posta ile gönderdim. Burada hem beni, hem talebeleri şevk ile tam çalıştırdılar. Kastamonu’da imdâdıma geldikleri gibi, burada dahi o iki kahraman yine imdâdıma yetiştiler.
Sâlisen: Ben burada gerçi pek çok sıkılıyorum. Fakat sizlerin fütûrsuz çalışmanızı düşündükçe ve iştiyâkla beklediğim mülâyimane ve tesellîkâr mektûblarınızı gördükçe, o sıkıntılar gider, bazen sevinçlere inkılâb ederler. Benim mektûblarımı yazan, şimdilik yanıma gerçi gelemiyor, fakat şahsî hizmetten başka, Risâle-i Nûr’a âit üç dört vazîfesi var. Onları mükemmel yapıyor. Hem benim husûsî işlerimi de kapıya gelip anlar, gider, onları da yapar.
Râbian: Sâir yerlerdeki kardeşlerimiz Asâ-yı Mûsâ yazmasına başlamışlar mı? Bu birinci vazîfeyi eskiden yapan ve yanında mevcûd bulunan zâtlar, bir cild içine alıp, ikinci vazîfe-i imâniye olan mu‘cizâtları zeyilleriyle berâber tedârikine başlasınlar veyahud geri kalanlara yardım etsinler. Elden geldiği kadar güzel ve tashîhli yazılmalı.
Hâmisen: Âlimlerden sonra muallimler dahi risâleye ihtiyâçlarını hissetmeye başladıklarına çok emâreler var. Bir emâre budur:
İstanbul’da dînî konferansta okumak niyetiyle Âyetü’l-Kübrâ risâlesini istemeleridir. Umûm kardeş ve hemşirelerimize birer birer selâm ve duâ ederiz.
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
(90)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Azîz, Sıddîk, Metîn, Mübârek Kardeşlerim,
İki Alî’nin bir kitabını sehven gönderemedim. Sonra gönderilecek. Hem Sikke-i Gaybî mecmûasında tashîhinde bir sehvimi ıslâh eden melfûf pusula ile Mustafa Usman’ın bir mektûbunu gönderdim. Medâr-ı şükrândır ki, münâfıklar yalnız benimle uğraşıyorlar, Risâle-i Nûr yerinde beni sıkıyorlar. Ben de bütün zaafım ve aczim ile berâber kemâl-i sabır ve tahammül edip Allâh’a şükrederim. Sizin her hafta tatlı mektûblarınız benim sabır ve şükrümü çok takviye eder, ziyâdeleştirirler. Cenâb-ı Hakk sizden ebeden râzı olsun ve dâimâ muvaffak eylesin. Âmîn Âmîn Âmîn umûmunuza selâm.
Sâid Nûrsî
Melfûf pusulanın mündericâtı: Sikke-i Tasdîk-i Gaybî’nin mukaddemesindeki اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا bahsinin üçüncü emârenin âhirinde bir kâtibin sehvi beni de sehve sevkedip acele baktım. Bu def‘a postaya verilen nüshanızı bu sûretle tashîh ediniz. İşte âhir satırdan evvel iki satırın sahîh sûreti budur. (Yüz (100) (ح ح ح ب د) otuz (30), dördüncü (ى) on (10) (beş الف bir ه) ile berâber on (10) (âhirdeki tenvin) vakfen elif olduğu için yekûnu bin üç yüz (1300).)