Altıncı Mes'ele

Sayfa 16

Altıncı Mes’ele

Risâle-i Nûr’un çok yerlerinde îzâh edilen ve kat‘î ve hadsiz huccetleri bulunan îmân-ı billâh rüknünün binler küllî burhânlarından bir tek burhâna kısa bir işarettir. Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlikımızı tanıttır. Muallimlerimiz, Allah’dan bahsetmiyorlar” dediler.

Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsûsuyla mütemâdiyen Allah’dan bahsedip Hâlikı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczâhâne, her kavanozunda hârika ve hassâs mîzânlarla alınmış hayatdâr ma‘cunlar ve tiryâklar var. Şübhesiz gayet mahâretli ve kimyager ve hekim bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczâhânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat ma‘cunlar ve tiryâklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczâhâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olduğu nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla, küre-i arz eczâhâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâl’i, hatta kör gözlere de gösterir ve tanıttırır.

Hem meselâ, nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları, basit bir maddeden dokuyor. Şeksiz, bir fabrikatörü ve mahâretli bir makinisti tanıttırır.

Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyâr makine-i Rabbânî, ne derece bu insan fabrikasından büyükse ve mükemmelse, o derecede okuduğunuz fenn-i makine mikyâsıyla, küre-i arzın ustasını ve sâhibini bildirir ve tanıttırır.

Hem meselâ, nasıl ki gayet mükemmel bin bir çeşit erzâkı, etrafından celb edip içinde muntazaman istif ve ihzâr edilmiş depo ve iâşe anbarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde iâşe ve erzâk mâlikini ve sâhibini ve me’murunu bildirir.

Öyle de, bir senede yirmi dört bin senelik bir dâirede muntazaman seyahat eden; ve yüz binler ayrı ayrı erzâk isteyen tâifeleri içine alan; ve seyahatiyle mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi binler ayrı ayrı

Sayfa 17

taâmlarla doldurarak kışta erzâkları tükenen bîçâre zîhayatlara getiren; ve küre-i arz denilen bu Rahmânî iâşe anbarı ve bir sefîne-i Sübhâniye; ve bin bir çeşit cihâzâtı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbânî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise, okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iâşe mikyâsıyla o kat‘iyette ve o derecede küre-i arz deposunun Sâhibini, Mutasarrıfını, Müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir.

Hem nasıl ki dört yüz bin millet, içinde bulunan ve her milletin istediği erzâkı ayrı ve isti‘mâl ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve ta‘lîmâtı ayrı ve terhîsâtı ayrı olan bir ordunun mu‘cizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin, ayrı ayrı erzâklarını ve çeşit çeşit eslihalarını ve elbiselerini ve cihâzâtlarını, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak verdiği o acîb ordu ve ordugâh, şübhesiz, bedâhetle o hârika kumandanı gösterir, takdîrkârâne sevdirir.

Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhânîde, nebâtât ve hayvanât milletlerinden dört yüz bin nev‘in çeşit çeşit elbiseleri, erzâkları, eslihaları, ta‘lîmleri, terhîsleri, gayet mükemmel ve muntazam bir surette, hem hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, bir tek kumandan-ı a‘zam tarafından verilen küre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacağınız fenn-i askerî mikyâsıyla, dikkatli ve aklı başında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabb’ini ve Müdebbirini ve kumandan-ı akdesini hayretler ve takdîslerle bildirir. Ve tahmîdler ve tesbîhlerle sevdirir.

Hem nasıl ki bir hârika şehirde milyonlarla elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri geziyorlar. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzda olan elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz ve bedâhetle elektriği idare eden ve seyyâr lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştiâl maddelerini getiren bir mu‘cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi, hayretlerle, tebrîklerle tanıttırır, yaşasınlarla sevdirir.

Aynen öyle de, bu âlem şehrinde dünya sarayının damındaki yıldızlar lâmbaları, bir kısmı kozmoğrafyanın dediğine bakılsa, küre-i arzdan bin def‘a büyük ve top güllesinden yetmiş def‘a sür‘atli hareket ettikleri halde, bunların intizâmı bozulmuyor.

Sayfa 18

Bunlar birbirine çarpmıyor, sönmüyor. Yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon def‘adan ziyâde büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşayan ve bir misâfirhâne-i Rahmânîde bir lâmba ve bir soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki, sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihâyetsiz kudreti ve saltanatı ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinât şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri, ne derece o misâlden daha büyük ve daha mükemmeldir. O derecede sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyâsıyla, bu meşher-i a‘zam-ı kâinâtın Sultan'ını, Münevvir'ini, Müdebbir'ini, Sâni‘ini o nûrânî yıldızları şâhid göstererek tanıttırır. Tesbîhâtla, takdîsâtla sevdirir, perestiş ettirir.

Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış; ve her bir kelimesinde, ince kalemle bir sûre-i Kur’âniye yazılmış. Hem gayet ma‘nîdâr ve bütün mes’eleleri birbirini te’yîd eder. Hem kâtibini ve müellifini fevkalâde mahâretli, iktidarlı gösteren bir acîb mecmûa, şeksiz şübhesiz gündüz gibi kâtibini ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâllâh, Bârekâllâh! cümleleriyle takdîr ettirir.

Aynen öyle de, bu kâinât kitâb-ı kebîri ki, bir tek sahîfesi olan zemin yüzünde ve bir tek forması olan baharda, üç yüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebâtî ve hayvânî tâifeleri, beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel ve muntazam; ve bazen ağaç gibi bir kelimede bir kasîdeyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihâyetsiz ma‘nîdâr ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmûa-i kâinât ve bu mücessem Kur’ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misâldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve ma‘nîdâr ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü’l-eşyâ ve mektebde bilfiil mübâşeret ettiğiniz fenn-i kırâat ve fenn-i kitâbet, geniş mikyâslarıyla ve dürbün gözleriyle, bu kitâb-ı kâinâtın Nakkāşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır. Allâhü Ekber cümlesiyle bildirir. Sübhânallâh takdîsiyle ta‘rîf eder.

Elhamdülillâh senâlarıyla sevdirir.

Sayfa 19

İşte bu fenlere kıyâsen, yüzer fünûndan her bir fen, geniş mikyâsıyla ve hususî aynasıyla ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla, bu kâinâtın Hâlik-ı Zülcelâl’ini esmâsıyla bildirir. Sıfâtını ve kemâlâtını tanıttırır.

İşte bu muhteşem ve parlak bir burhân-ı vahdâniyet olan mezkûr hucceti ders vermek içindir ki, Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân çok tekrar ile en ziyâde رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ve خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ âyetleriyle Hâlikımızı bize tanıttırıyor, diye o mektebli gençlere dedim. Onlar da tamamıyla kabul edip tasdîk ederek: “Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ı hakîkat bir ders aldık. Allah senden râzı olsun” dediler.

Ben de dedim: İnsan, binler çeşit çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi‘ lezzetlerle mütelezziz olacak bir zîhayat makine; ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî ve ma‘nevî düşmanları ve nihâyetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan; ve mütemâdiyen zevâl ve firâk tokatlarını yiyen bir bîçâre mahlûk iken, birden îmân ve ubûdiyetle böyle bir Pâdişâh-ı Zülcelâl’e intisâb edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinâd ve bütün hâcâtına medâr bir nokta-i istimdâd bularak, herkes mensub olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihâr ettiği gibi, o da böyle nihâyetsiz Kadîr ve Rahîm bir padişaha îmân ile intisâb etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin i‘dâm i‘lânını, kendi hakkında terhîs tezkeresine çevirse, ne kadar memnun ve minnetdâr olur; ve ne kadar müteşekkirâne iftihâr edebilir, kıyâs ediniz.

O mektebli gençlere dediğim gibi, musibetzede mahbûslara da tekrar ile derim: Onu tanıyan ve ona itâat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa, zindandadır, bedbahttır. Hatta bir bahtiyar mazlum, i‘dâm olunurken bedbaht zâlimlere demiş: “Ben i‘dâm olmuyorum. Belki terhîs ile saadete gidiyorum. Fakat ben de sizi i‘dâm-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden, sizden tam intikamımı alıyorum.” لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diyerek sürûr ile teslîm-i rûh eder.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

Sayfa 20

Yedinci Mes’ele

Denizli hapsinde bir Cum‘a gününün meyvesidir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ٭

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ ٭ فَانْظُرْ اِلٰٓي اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِي الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَٓا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتٰي وَهُوَ عَلٰي كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Bir zaman Kastamonu’da, “Hâlikımızı bize tanıttır” diyen lise talebelerine, sâbık Altıncı Mes’ele’de mekteb fünûnunun dilleriyle verdiğim dersi, Denizli hapishânesinde benimle temas edebilen mahbûslar okudular. Tam bir kanâat-i îmâniye aldıklarından âhirete bir iştiyâk hissedip, “Bize âhiretimizi de tam bildir. Tâ ki nefsimiz ve zamanın şeytanları, bizi yoldan çıkarmasın. Daha böyle hapislere sokmasın” dediler. Ve Denizli hapsindeki Risâle-i Nûr şâkirdlerinin ve sâbıkan Altı Mes’ele’yi okuyanların arzularıyla, âhiret rüknünün dahi bir hulâsasının beyanı lâzım geldi. Ben de Risâle-i Nûr’dan bir kısa hulâsa ile derim: Nasıl ki Altıncı Mes’ele’de biz Hâlikımızı, arzdan ve semâvâttan sorduk. Onlar, fenlerin dilleriyle güneş gibi, Hâlikımızı bize tanıttırdılar. Aynen biz de âhiretimizi, başta o bildiğimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur’ân’ımızdan, sonra sâir peygamberlerden ve mukaddes kitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinâttan soracağız.

İşte birinci mertebede âhireti Allah’dan soruyoruz. O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla: “Evet, âhiret vardır, sizi oraya sevk ediyorum” diye ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat‘î hakîkatler ile, bir kısım isimlerin âhirete dâir cevablarını isbat ve îzâh eylemiş. Burada o îzâha iktifâen gayet kısa bir işaret ederiz. Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itâat edenlere mükâfâtı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette rubûbiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ı sermediye, o saltanata îmânla intisâb ve itâatle fermanlarına teslîm olanlara mükâfâtı; ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı, o rahmet ve cemâle ve o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak, diye Rabbü’l-Âlemîn ve Sultânü’d-Deyyân isimleri cevab veriyorlar.

Asâ-yı Mûsâ
  • Altıncı Mes’ele

    Risâle-i Nûr’un çok yerlerinde îzâh edilen ve kat‘î ve hadsiz huccetleri bulunan îmân-ı billâh rüknünün binler küllî burhânlarından bir tek burhâna kısa bir işarettir. Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlikımızı tanıttır. Muallimlerimiz, Allah’dan bahsetmiyorlar” dediler.

    Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsûsuyla mütemâdiyen Allah’dan bahsedip Hâlikı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

    Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczâhâne, her kavanozunda hârika ve hassâs mîzânlarla alınmış hayatdâr ma‘cunlar ve tiryâklar var. Şübhesiz gayet mahâretli ve kimyager ve hekim bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczâhânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat ma‘cunlar ve tiryâklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczâhâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olduğu nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla, küre-i arz eczâhâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâl’i, hatta kör gözlere de gösterir ve tanıttırır.

    Hem meselâ, nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları, basit bir maddeden dokuyor. Şeksiz, bir fabrikatörü ve mahâretli bir makinisti tanıttırır.

    Öyle de, küre-i arz denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyâr makine-i Rabbânî, ne derece bu insan fabrikasından büyükse ve mükemmelse, o derecede okuduğunuz fenn-i makine mikyâsıyla, küre-i arzın ustasını ve sâhibini bildirir ve tanıttırır.

    Hem meselâ, nasıl ki gayet mükemmel bin bir çeşit erzâkı, etrafından celb edip içinde muntazaman istif ve ihzâr edilmiş depo ve iâşe anbarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde iâşe ve erzâk mâlikini ve sâhibini ve me’murunu bildirir.

    Öyle de, bir senede yirmi dört bin senelik bir dâirede muntazaman seyahat eden; ve yüz binler ayrı ayrı erzâk isteyen tâifeleri içine alan; ve seyahatiyle mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi binler ayrı ayrı

Item 1 of 5