can ve canlar hakkı için, kapına gelip yalvaran bu kusûrlu biz kullarına rahmet edip kusûrlarımızı affeyle! Bizleri Habîb’in (asm) ve Risâle-i Nûr hürmetine ıslâh eyle! Âmîn âmîn âmîn.
Duâlarınıza çok muhtâç talebeniz
Mustafâ ve Ziyâ
[393]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Evvelâ: Bu bahârın maddî, ma‘nevî fırtınalarının içinde bu derece nûrun neşrine hizmet ve Husrev’in rahatsızlığıyla berâber yine az-çok çalışması ve Re’fet’in başka bir sâhada Zülfikār’ın neşrinde faâliyeti ve dört elmâs kalemlerin makineye sermâye yetiştirmesi büyük bir inâyet-i İlâhiye’dir. Cenâb-ı Hakk sizleri muvaffak eylesin. Âmîn.
Sâniyen: Fa‘âl ve fikrî isâbetli kardeşimiz Re’fet Bey’in bir kısım yeni mektûbların makine ile neşri güzeldir. Fakat şimdilik makinenin vazîfesi çok ehemmiyetlidir. Başka işler, o ehemmiyetli vazîfeye zarar vermemek için şimdilik onunla olmasın. Kahraman Tâhirî’nin gönderdiği kısa münâcât, sıhhatlidir. Fakat yalnız baştaki kısmın tercümesi var. Şimdi tam tercüme etmeye hâlim müsâade etmiyor. Aynen yazılsın.
Bu kısacık münâcât gösteriyor ki, enâniyet-i nefsiye ve hissiyât-ı hayâtiye, Risâle-i Nûr’un te’lîfi zamanında hükmetmemişler, nûrların ihlâs ve sâfiyetini bulandırmamışlar. Eski harb-i umûmîde dâimâ şehîd olmaya muntazır olduğumdan İşârâtü’l-İ‘câz tefsîri tam, hâlis yazıldığı gibi, bu münâcâttaki tam râbıta-i mevtin kuvvetli tezâhürü dahi, nûrların sâfî ve hâlis bir mâhiyet almasına vesîle olmuş. İnşâallâh hissiyât-ı nefsâniye karışmamış.
Sâlisen: Medrese-i Nûriye kahramanlarından ve Mehmedlerin ve Ahmedlerin vârislerinden marangoz Ahmed’in tafsîlâtlı ve samîmî mektûbu, Medrese-i Nûriye’nin bütün halkı birden şâkird olmaları ve âhir zamanda gelecek büyük zâtın elinde ma‘nevî bir kılıcı Zülfikār risâlesi olacağını ve Medresetü’z-Zehrâ sâir vilâyetlere imâm ve Üstâd hükmüne geçeceğini, diye Medrese-i Nûriye’nin umûm talebeleri nâmına müjde vermesi, İnşâallâh hakîkati çıkacak. Ve o beklenilen zâtın, gelmesi ile görülecek. O mektûbu ta‘dîl ve ihtisâr ettikten sonra Lâhika’ya geçirebilirsiniz.
Râbian: Kahraman Süleymân Rüşdü geldi, kısaca görüştük. Umûmunuzun bedeline gördük ve bizim bedelimize de sizi ziyâret edip görüşecek. Zâten her vakit kendimi hayâlen sizin yanınızda buluyorum, ayrılmamışız. İnşâallâh ayrılmayacağız da.
Umûmunuza binler selâm ve duâlar ederiz.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
(394)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Pek çok Sevgili Üstâdım Efendim Hazretleri, ellerinden ve eteklerinden öperiz.
Bizler boğucu ve öldürücü zehirlerin te’sîri altında çalışırken, bu nûra dayanamayan münâfıklar hükûmeti kuşkulandırıp siz Üstâdımızı ve kardeşlerimizi Denizli hapsine koymuşlardı. Bizim gibi gizli Risâle-i Nûr’a kusûrlu talebeler dışarıda kaldığımıza çok müteessir olduk.
Mâdem dışta kaldık, hiç olmaz ise biz de arkadaşlarımızın ihtiyâcını te’mîn edelim diye arkalarını ta’kip edip Denizli hapishânesinin etrâfında pervâne gibi dönüyorduk. Hattâ o zamanda münâfıklar arkadaşlarımızı çok tehlikede gördükleri hâlde, bizleri de korkutmak isterlerdi. Bizlere Risâle-i Nûr’un verdiği kuvvetli îmân ile hiç korku gelmezdi. Hattâ birgün hapishâne müdürü bize dedi: Sizden usandım. Yine mi geldiniz? Sizi de içeri koyduracağım, dedi. Bizler de dedik: Biz zâten hapse girmek istiyoruz. Bizim için iyidir dedik. Öfkelendi. Yâhû bunlar herşeyi gözlerine almışlar. Bunlar nasıl adamlar diyerek defoldu gitti. Bizde arkasından güldük.