yazdırdım. Fakat ihtâr edildi ki, şimdilik bu ta‘mîm ve neşredilmesin. Onun için çizdik.
Râbian: Medrese-i Nûriye’nin kahramanlarından üç kardeşimiz sizin umûmunuzun nâmına leyâli-i mübârekemizi tebrîk için kabul ettik. Ve size üç canlı mektûb olarak gönderdik. Karye-i İrfân’dan ehemmiyetli kardeşlerimizden Mehmed Âsân ile Hâfız Hasan o civâr talebeleri nâmına kabul edildi.
Umûm kardeşlerimize binler selâm ve duâ ediyoruz.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
*
* *
(479)
Risâle-i Nûr talebelerinden birisi, garaz ve ithâm ve yalan olduğu meydanda olan bir bahâne ile mahkemeye sevkettirilmiş ve hiçbir suç delîli bulunmayıp, bilakis ma‘sûmiyeti sâbit olarak tahliye edilmişti. Muallimlik me’mûriyetinde zâhir bir kanunsuzluk ve âşikâr bir haksızlığa ma‘rûz kalması üzerine, baş vekâlete, maârif vekâletine ve devlet şûrâsına yazdığı istid‘ânın bir parçası aşağıya yazılmıştır.
Üstâdımız hastadır. Mahkeme ve sâir işlerle alâkadâr olamadığından hizmetinde bulunan biz nûr talebeleri, son zamanlardaki soruşturmalara ve bazı gazetelerin
tekrâr cem‘iyetçilik ithâmını ileri sürmelerine karşı tam bir cevab teşkîl eden ve ifâdesi alınan kırk nûr talebesinden birisinin ayn-ı hakîkat bu ifâdesini berây-ı ma‘lûmât ve medâr-ı ibret için gönderiyoruz. Münâsib olan resmî yerlere istid‘â sûretinde verilebilir.
Ben gizli bir cem‘iyet mensûbu olmadığım gibi, Risâle-i Nûr talebeleri de hiçbir cihetle gizli bir cem‘iyet değildirler. Risâle-i Nûr’un da çok fâideli bir eser olduğu, ehl-i ilim ve ehl-i îmânca tasdîk ve tahsîn edilmiştir. Evet, bu vatanda yüz binlerle Risâle-i Nûr talebesi vardır. Fakat tevehhüm edildiği gibi değildirler.
Şöyle ki: (müellifinin beyânı vechiyle): Risâle-i Nûr, ma‘nevî hakîkatleri Kur’ân ve îmân ilimlerini Avrupa’nın fen ve felsefe ilimleriyle mezcederek, gāyet kuvvetli delîl ve burhânlarla aklen ve mantıken kat‘î isbât eden; ve hâl ve istikbâlin ilmî ve aklî ve fikrî ihtiyâçlarına cevab verecek bir husûsiyet ve mâhiyette olan; ve tılsım-ı kâinâtın muammâsını keşf ve hâlleden; ve yalnız bu vatan ve bu millet için değil, Âlem-i İslâm ve âlem-i beşeriyet için yazılan; ve şu zamanın yaralarına en münâsib bir ilaç ve zulümâtın tehâcümâtına ma‘rûz hey’et-i İslâmiyeye en nâfi‘ bir nûr ve dalâlet vâdîlerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehberdir. Risâle-i Nûr, taklîdî îmânı tahkîkî îmâna çeviren; ve bu mübârek vatan ve kahraman milleti dînsizlikten
kurtaran; ve komünistliği kökünden kesen; Kur’ân-ı Kerîm’in bu asırda bir mu‘cize-i ma‘neviyesi ve hakîkî bir tefsîri olan bir eser külliyâtıdır.
Gizli dîn düşmanları doğrudan doğruya değil de, birtakım evham ve bahânelerle taarruz ediyorlar. Bu taktikle ve bu vatan ve bu millete te’sîrli bir sûrette tahkîkî îmânı ders veren ve Kur’ân ve İslâmiyet hakîkatlerini isbât ederek yerleştiren Risâle-i Nûr’u ve talebelerini ve müellifini cem‘iyetçilikle ithâm yaygarası maskesi altında, adliyeyi ve hükûmeti ve erkânlarını evhâma düşürüp aleyhime geçirmeye çalışıyorlar. Yine Üstâdımız Bedîüzzamân beyân ediyor ki:
Risâle-i Nûr benim malım değil, Kur’ân’ın malıdır. Kur’ân’ın feyzinden gelmiştir. Hiçbir kuvvet onu Anadolu’nun sînesinden söküp atamayacaktır. Çünkü Risâle-i Nûr Kur’ân’a bağlıdır. Kur’ân ise arş-ı a‘zama bağlanmıştır. Kimin haddi var ki, onu oradan söküp atabilsin! Risâle-i Nûrla mübâreze edilmez ve Risâle-i Nûr mağlûp olmaz. Delîli ise, otuz senedir îmân hakîkatlerini güneş gibi gösterdiği ve en muannid dinsiz feylosofları da susturduğudur. Bu memlekete hüküm edenler onun kuvvetinden istifâde etmeleri gerektir.
Risâle-i Nûr, söndürmek için üflendikçe parlayan bir nûrdur. Onu mağlûb edebilmek için, kâinâtı elinde tutacak bir kuvvet lâzımdır. Risâle-i Nûr dünyevî işlere âlet olamaz. Güneş gibi hakîkat-i îmâniye ve Kur’âniyenin yerdeki muvakkat
ışıkların câzibesine tâbi‘ ve âlet olmadığı gibi, Risâle-i Nûr, değil dünya ve siyâset cereyânlarına, kâinâta da âlet edilemez. Risâle-i Nûr’un vazîfesi ise, hayât-ı ebediyeyi mahveden ve hayât-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehre çeviren küfr-i mutlaka ve (komünistlik ve dînsizliğe karşı) îmânî olan hakîkatlerle, gāyet kat‘î delîllerle en mütemerrid zındık feylosofları da îmâna getiren burhânlarla Kur’ân’a hizmet etmektir.
Risâle-i Nûr talebeleri de Kur’ân-ı Kerîm’in şâkirdleri ve hizmetkârlarıdır. Onun içindir ki: Biz Risâle-i Nûr talebeleri ve Kur’ân hizmetkârları, sırf îmânî ve uhrevî derslerimiz olan Risâle-i Nûr’u ve hayatımızdan pek çok fazla sevdiğimiz dîn-i mübînimizi hiçbir şeye fedâ ve âlet edemeyiz ve bilfiil de öyleyiz. Geçen sene kat‘î berâetle netîcelenen İstanbul mahkemesinde de Bedîüzzamân ifâdesinde demiştir ki: Biz ki beş yüz bin fedakâr nûr talebesi, memleketin her tarafında âsâyiş ve emniyetin fahrî ve ma‘nevî muhâfızlarıyız.
Devr-i sâbıkta bize o kadar zâlimâne ihânetlerde bulundukları hâlde, biz asla hislerimize kapılmayarak, gönüllerde emniyet ve âsâyişi te’mîn yolunda, îmân ve Kur’ân’a hizmet yolunda, gafletle anarşiye sapanları fevzâ gayyâsından, yani birbirine karışarak fesâda düşmekten kurtarmak için bir an hâlî kalmadık. Bu delîlsiz bir iddiâ değildir. Bizim zulüm ve menfâ sâhalarımız olan altı vilâyetin altı zâbıta dâiresi ve mahkemeleri
uzun uzadıya tedkîkāt netîcesinde, emniyet ve âsâyişi ihlâl yolunda hiçbir vukūâtımızı kaydedememeleri isbât eder ki, Risâle-i Nûr mekteb-i irfânının talebeleri kalpler üzerinde işlerler. Emniyet ve âsâyişin hakîkî bekçisi olan (îmân-ı tahkîkîyi) kalplere, kafalara yerleştirirler. O îmân, sâhibini bütün fenâlıklardan men‘ederler.
Bizim îmân derslerimiz anarşiye ve komünistliğe ve bozgunculuğa karşıdır. Cem‘iyetin nizâm ve intizâmını yıkmak ve bozmak isteyen komünist ve masonlara karşıdır. Memleketin bütün zâbıta dâirelerinden sorulsun, otuz senedir beş yüz bin nûr mekteb-i irfân talebesinden hiç birisinin olsun, âsâyiş ve emniyete, nizâm ve intizâma aykırı bir tek vukūâtı, bir tek cinâyeti var mıdır? Hayır, yoktur. Elbette olmayacaktır. Çünkü hepsinin kalp ve kafalarında âsâyişin en sağlam muhâfızı olan îmân bekçisi vardır.
İkincisi: Bütün dünyasıyla berâber tamam hayatını, hattâ îcâb ederse âhiretini de dînine fedâ eden, otuz beş kırk senedir siyâseti terkeden, müteaddid mahkemelerin o kadar incelemelerine rağmen hiçbir suç delîli bulunmayan, sekseni aşmış, kabir kapısına gelmiş dünya metâından hiçbir şeye mâlik olmamış ve ehemmiyet de vermemiş bir adam hakkında, dîni siyâsete âlet ediyor diyenler, yerden göğe kadar haksızdırlar ve insâfsızdırlar. Bizi böyle haksız isnâdlarla ithâm eden devr-i sâbıktaki gizli
dîn düşmanları şüphe yok ki, ya siyâseti dînsizliğe âlet etmek istediler. Veya bilerek, bilmeyerek bozuk fikirleri bu mübârek vatanda yerleştirmek gayretine düştüler. Nizâm ve intizâmı, maddî ma‘nevî âsâyiş ve emniyeti ihlâl eden bizler değil, asıl onlardı.
Hakîkî bir Müslümân, samîmî bir mü’min, hiçbir zaman anarşiye, bozgunculuğa tarafdâr olmaz. Çünkü, dînin şiddetle men‘ettiği şey, hiçbir hakkı tanımayan ve insanlık seciyelerini ve medeniyet esaslarını canavar hayvanlar seciyesine çeviren anarşiliktir ki, bunun âhir zamanda ye’cûc ve me’cûc komitesi olduğuna Kur’ân-ı Kerîm işâret buyurmaktadır. Yirmi sekiz sene böyle ezâ ve cefâlara rağmen biz hepsine tahammül ettik. O zulüm ve cefâların müsebbiblerine de hukūkumuzu helâl ederek, îmân ve Kur’ân’a hizmet yolunda devam ettik. هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي
Yine Risâle-i Nûr müellifi Üstâdımız Bedîüzzamân Saîdü’n-Nûrsî’nin, 954 yılında Meclis-i Meb‘ûsân ve Hey’et-i Vükelâ’ya yazdığı bir şekvâsında “Meclis-i Meb‘ûsân ve Hey’et-i Vükelâ’ya ehemmiyetli bir şekvâyı tazammun eden bir hasbihâldir” başlıklı hasbihâl mektûbunda deniliyor ki:
Yirmi sekiz senedir yüz otuz kitabımda medâr-ı mes’uliyet iki meseleden başka bulunmadığı ve o ikisine de kat‘î cevab verildiği hâlde; ve intişâr eden altı yüz bin nûr nüshalarından hiç kimsenin zarar gördüğüne dâir hiçbir emâre bulunmadığı,
çok mahkemelerde o eserleri ve şâkirdlerini tedkîk ettikleri, yirmi üç mahkeme suç bulamıyoruz dedikleri; ve dört mahkeme de bütün kitabların iâdesine kat‘î karar verdikleri; ve mahkeme-i temyîzde dört def‘a o berâeti tasdîk ettiği; ve dört emniyet dâiresinin aynı kitabları iâde ettikleri; ve ecnebî memleketlerinde, husûsen Âlem-i İslâm’da takdîr ve tahsîn ve teşekküre mazhar oldukları; ve dört seneden beri Afyon mahkemesi te’hîr edip şiddetli bir tedkîkten sonra iki def‘a kat‘î berâet verdiği hâlde, şimdi kat‘iyen haber aldık ki, en ziyâde Risâle-i Nûr’u toplayan bir iki mahkeme:
“Kitablarda suç yok, iâde edeceğiz. Fakat neşretmesin” demişler. Ben de bu hükûmet-i İslâmiyenin büyüklerine beyân ediyorum ki: Risâle-i Nûr îmân-ı billâh ve âhiret ve nübüvvet gibi erkân-ı îmâniyeyi en müannid dinsizlere karşı da isbât ettiği alâkadârlarca ma‘lûm olmuş iken, dünyada bu esaslara ilişecek hiçbir siyâset, hiçbir hükûmet olamaz. İşte o sırf îmânî ve Kur’ânî hakāikten hayât-ı ictimâiye-i İslâmiye ve beşeriyeyi mevzû‘ yapan, numâne için size takdîm ettiğimiz bu risâle gibi birkaç parça var. Eğer ehl-i siyâset vatanın ve hükûmetin ve milletin selâmeti için bu risâlenin hakîkatlerinin herkese kat‘î lüzûmu bulunduğunu tasdîk etmezlerse, onların hapislerine ve neşredilmemesine rızâ bulunabilir.
İşte yirmi iki sene evvel te’lîf edilmiş olan bu parçanın binler nüshası intişâr etmiş ve te’sîrini göstermiş ve muhabbet, uhuvvet ve müsâlemet-i umûmiyeyi dehşetli ihtilâlcilere karşı te’mîn etmiştir.
Hükûmetin hey’etine beyân ediyorum ki: Bu parça ve emsâlinin intişârını zararlı görenler, anarşistlerin en fenâ dinsizleri ve sofestâîleri olabilir. Çünkü dünyada bu kadar zaman, muannidler tenkîd ve bahânelerle i‘tirâz ettikleri hâlde, bu kadar kesret-i eczâ içinde o muannidlerin bir şey bulamadıkları gösteriyor ki, tamâmıyla başka bir hesaba binâen bu mu‘cize-i Kur’âniyeyi vatanı kurtarmakta isti‘mâl etmemek için bir vesîle arıyorlar. Ve bazı sâfdil me’mûrları ve mahkemeleri de iğfâl ediyorlar.
Gāyet hasta
Saîdü’n-Nûrsî
*
* *
(480)
(Bir nûr talebesinin mahkemedeki müdâfaâtından bir parçadır.)
Muhterem Hey’et-i Hâkime
Bin seneden beri Kur’ân’ın bayrakdârı ve mücâhidi olan necîb, mübârek ve kahraman ecdâdımızın evlatlarını nûr-u îmândan ayırmak ve İslâmiyet defterine geçen mefâhir-i âlîyesine zıt olarak maddî ma‘nevî helâketlere ma‘rûz bırakmak olan o dehşetli sûikastlere ve o kahraman ecdâdın torunları olan bugünkü gençliği ve gelecek nesilleri o şeref-i âlîden mahrûm etmek olan dehşetli