Risâle-i Nûr dâiren büyük, gezenler bulsun tesellî
Risâle-i Nûr’u okuyanlar bulacak emsâlsiz hakîkati
Her birinde konuşturur mevcûdâtı Sâni‘ine.
Hep bir ağızdan nutka gelmiş duâ ederler âsânına
Nûrlara âşık olanı nasîb etsin maksûduna
Arzumuz nûr bölgesinde hizmet etmektir
Kapısında çoktur hizmetçileri hademeleri
Hep yolunda eylemektir îmân, can fedâdır
Kapısına gelmişiz biz iki bîçâre âcizler
İnşâallâh kabul eder, iki serseri kulunu ol İlâhî
Risâle-i Nûr talebelerinden merhûm Hâfız Alî’nin şâkirdlerinden el-yevm asker bulunan Hasan ve birâderi Ahmed
[219]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Evvelâ: Geçen mübârek Leyle-i Berât’inizi ve gelecek Ramazân-ı Şerîf’inizi tebrîk ederiz.
Bu seneki Berâat gecesinin Nûrcular hakkında çok bereketli ve kerâmetli olduğuna bir emâresini hayretle gördük. Şöyle ki: Ben Berâat gecesinden az evvel Asâ-yı Mûsâ’yı tashîhiyle meşgūl iken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: “Müjde mi getirdin?” İçeriye girdi. Güyâ eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. Asâ-yı Mûsâ üstüne çıktı, (Hâşiye) üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim, yemedi. Tâ akşama kadar kaldı, sonra gitti. Tekrâr geldi, Berâat gecesinde tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allâh’a ısmarladık nev‘inden başımı okşadı, sonra uçtu, gitti. İkinci gün ben teessüf ederken yine geldi, bir gece daha kaldı. Demek bu mübârek kuş, hem Asâ-yı Mûsâ’yı, hem berâatımızı tebrîk etmek istedi.
Sâniyen: İnebolu’dan gelen bir kısım Asâ-yı Mûsâ’nın Âyete’l-Kürsî tetimmesinin nükte-i tevâfukiyede وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ cümlesi sehven noksân bırakılmış. لَا انْفِصَامَ لَهَاط وَاللّٰهُ den وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ye geçmiş. Tashîh edilsin. Umûma selâm.
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
Hâşiye: Evet, biz gözümüz ile gördük.
Evet Evet Evet
Nûreddîn Mehmed İsmâîl
[220]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا
Azîz, Sıddîk kardeşlerim,
Kastamonu Husrev’i ve Süleymân Rüştü’sü olan Mehmed Feyzî ve Emîn’in, Üstâdlarının Kastamonu’daki hayatının bir tarihçesini, hüsn-ü zan ile haddimden çok fazla senâlarını tebdîl etmeyerek kabulümün sebebi şudur ki: Bugünlerde Afyon’un büyük me’mûru, bir çavuşu bana ihânete vâsıta yapıp, güyâ teveccüh-ü âmmeyi hakkımda kırarak, tâ bu vilâyet, Denizli, Isparta gibi nûrlara tam sâhib çıkmasın ve nûrlar parlamasın. Gerçi ben tahammül ettim, fakat buranın yeni şâkirdlerinin teessürlerinden müteessirdim. Düşünürken, Mehmed Feyzî’nin bu samîmâne ve âlîmâne, hürmetkârâne mektûbu, o herîfin ve o âmirinin ihânetlerini yüzlerine vurup hiçe indirerek, teessürâtımı tam sildi, süpürdü. Binler derece o iki bedbahttan yüksek olan iki Nûrcunun böyle medih ve hürmetleri, onların kanunsuz cebir ve ihânetlerine aynı zamanda tam tamına tevâfuku, Feyzî ve Emîn’in sadâkatlerinin bir kerâmeti olduğunu kanâat ettiğimdir.
س٭ع
*
* *