Mektub 15

Sayfa 44

[15]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

(Bir suâle mecbûrî cevabın tetimmesidir.)

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve şühûr-u selâsenin çok sevâblı ibâdet vakti ve zemîn yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetiyle, gāyet kuvvetli bir metânet ve vazîfe-i nûriye-i kudsiyede bir sebât olmazsa, Risâle-i Nûr’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütûr ve tevakkuf başlar.

Azîz kardeşlerim, siz kat‘î biliniz ki, Risâle-i Nûr ve şâkirdlerinin meşgūl oldukları vazîfe, rû-yu zemîndeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merâk-âver mes’elelere bakıp, vazîfe-i bâkiyenizde fütûr getirmeyiniz. Meyve’nin Dördüncü Mes’elesini çok defʻa okuyunuz, kuvve-i ma‘neviyeniz kırılmasın.

Evet, ehl-i dünyânın bütün muazzam mes’eleleri, fânî hayatta zâlimâne olan düstûr-u cidâl dâiresinde, gaddârâne, merhametsiz ve mukaddesât-ı dînîyeyi dünyaya fedâ etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinâyetleri içinde, onlara bir ma‘nevî cehennem veriyor. Risâle-i Nûr ve şâkirdlerinin çalıştıkları ve vazîfedâr oldukları fânî hayata bedel, bâkî hayata

Sayfa 45

perde olan ölümü ve hayât-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gāyet dehşetli ecel cellâdının, hayât-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i îmânın saâdet-i ebediyelerine birer vesîle olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat‘î isbât etmektedir. Şimdiye kadar o hakîkati göstermişiz.

Elhâsıl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücâdele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nûr-u Kur’ân ile cidâldeyiz. Onların en büyük mes’elesi -muvakkat olduğu için- bizim mes’elemizin en küçüğüne -bekâya baktığı için- mukābil gelmiyor. Mâdem onlar dîvânelikleriyle bizim muazzam mes’elelerimize tenezzül edip karışmıyorlar. Biz, neden kudsî vazîfemizin zararına onların küçük mes’elelerini merâkla ta‘kîb ediyoruz.

Bu âyet لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ ve usûl-i İslâmiyenin ehemmiyetli bir düstûru olan اَلرَّاض۪ى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ yani, “Başkasının dalâleti sizin hidâyetinize zarar etmez. Sizler lüzûmsuz onların dalâletleriyle meşgūl olmayasınız” düstûrun ma‘nâsı: “Zarara kendi râzı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz.”

Mâdem bu âyet ve bu düstûr, bizi, zarara bilerek râzı olanlara acımaktan ve dalâletleri îmânımıza zarar vermeyenlerle meşgūl olmaktan men‘ediyor. Biz de bütün kuvvetimiz ve merâkımızla vaktimizi kudsî vazîfemize hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri mâlâya‘nî bilip,

Sayfa 46

vaktimizi zâyi‘ etmemeliyiz. Çünkü elimizde nûr var, topuz yoktur. Biz tecâvüz edemeyiz. Bize tecâvüz edilse, nûr gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi‘ nûrânî müdâfaadır.

Bu tetimmenin yazılmasının sebeblerinden birisi: Risâle-i Nûr’un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecân, şimdiki siyâsete karşı ne fikirdedir diye, boğazlar hakkında boşboğazlığı münâsebetiyle bir iki şey sordum. Baktım, alâkadârane ve bilerek cevab verdi. Kalben, “Yazık!” dedim. “Bu vazîfe-i Nûriyede zararı olacak.” Sonra şiddetle îkāz ettim.

اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ bir düstûrumuzdur. Eğer insanlara acıyorsan, geçmiş düstûr onlara merhamete liyâkati selbediyor. Cennet adamlar istediği gibi, Cehennem de adam ister. Beşinci Şuâ‘ın yine kısmen verdiği haberler tezâhür ediyor.

Kardeşiniz Saîdü’n-Nûrsî

[16]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

İşârât-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviye’de, “Altmış dörtte (h.1364 m.1945) Risâle-i Nûr te’lîfçe tamâm olur.” Demek o tarihten sonra, yalnız îzâhât ve hâşiyeler ve tetimmeler olacak. Bu münâsebetle iki nokta ihtâr etmek kalbime geldi.

Emirdağ Lahikası - 1
  • [15]

    بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

    اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

    Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

    (Bir suâle mecbûrî cevabın tetimmesidir.)

    Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve şühûr-u selâsenin çok sevâblı ibâdet vakti ve zemîn yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetiyle, gāyet kuvvetli bir metânet ve vazîfe-i nûriye-i kudsiyede bir sebât olmazsa, Risâle-i Nûr’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütûr ve tevakkuf başlar.

    Azîz kardeşlerim, siz kat‘î biliniz ki, Risâle-i Nûr ve şâkirdlerinin meşgūl oldukları vazîfe, rû-yu zemîndeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merâk-âver mes’elelere bakıp, vazîfe-i bâkiyenizde fütûr getirmeyiniz. Meyve’nin Dördüncü Mes’elesini çok defʻa okuyunuz, kuvve-i ma‘neviyeniz kırılmasın.

    Evet, ehl-i dünyânın bütün muazzam mes’eleleri, fânî hayatta zâlimâne olan düstûr-u cidâl dâiresinde, gaddârâne, merhametsiz ve mukaddesât-ı dînîyeyi dünyaya fedâ etmek cihetiyle, kader-i İlâhî, onların o cinâyetleri içinde, onlara bir ma‘nevî cehennem veriyor. Risâle-i Nûr ve şâkirdlerinin çalıştıkları ve vazîfedâr oldukları fânî hayata bedel, bâkî hayata

Item 1 of 3