[458]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim, evvelen: Bugün İnebolu’dan gelen yeni hurûf Asâ-yı Mûsâ’yı aldım. Maşâallâh, küçük Isparta vazîfesini yapıyor. Gerçi çok ihtiyât ediyorlar fakat sarsılmıyorlar.
Sâniyen: Nûrun küçük kahramanlarından muallim Mustafâ Sungur hem Eflâni, hem Safranbolu, hem Kastamonu, hem İnebolu, hem Daday, hem Araç kardeşlerimizin nâmına bayram tebrîki için yanımıza geldi. Biz de onu küçük bir Saîd olarak hem size, hem o kardeşlerimize maddî ve ma‘nevî bayramlarını tebrîk için gönderdik. Ve Emirdağı’nın Süleyman Rüştü’sü olan Çalışkan Mehmed’i, Sirâcü’n-Nûr’u almak ve hârice giden kitabları anlamak niyetiyle İstanbul’a gönderdik.
Sâlisen: Nûrların muârızları her cihetle mağlûb olduktan sonra, zahiren bize hoş görünmeyen ve hakîkaten nûrlara daha menfaatli bir plân takip ediyorlar. Güyâ Nûrcuların tesânüdünü kırıp bilinmeyecek bir tarzda bazı mühim erkânlarını başka yerlere gitmelerine sebebiyet veriyorlar. Hâlbuki onların gitmesi ile tesânüd kırılmadığı gibi, gideceği yerlerde lüzûmları var. Ezcümle, Muharrem’i Tavas’a; Mustafâ Usman’ı Karabük’e, Re’fet’i İstanbul’a gibi, bazı kardeşlerimizi dağıtmaya sebebiyet
veriyorlar. Bu kardeşlerimiz de, onlara hissettirmeyerek, güyâ kendi ihtiyârlarıyla gidiyorlar. Hakîkat ise, hiç ihsâs edilmeyecek bir tarzda, tesânüde zarar niyetiyle öyle zemîn ihzâr ediliyor.
Hem bir plânları da, onların usûlünce hapse müstehak olduğumuz hâlde hapsimize tarafdâr çıkmıyorlar, “aman hapse girmesinler” diyorlar. Sebebi, birden Denizli hapsi bir nûr medresesi olmasıyla, hem oradan başka hapishânelere gidenler oraları tenvîre çalışmaları, gizli düşmanlarımızı bütün bütün şaşırttı. Onun için hapisten çıkmamıza onlar da tarafdâr oldular. Adliyeler, Risâle-i Nûr’un hakāikine karşı bir nevi‘ teslimiyetle istikbâlde gelecek olan şiddetli i‘tirâzdan çekinmek için çekindiler, keyfî kanunların aleyhimizdeki hükümlerini nazara almadılar. Ve muannid bazı dinsizler, nûrun hakîkatine karşı mağlûb olup inadı terkettiler. Gizli düşmanlar da, “Aman, hapisten çıksınlar, yoksa hapishâneler nûr medreseleri hükmüne geçecek” diye üç kısım da müttefikan berâetimize tarafdâr çıktılar. Bu da inâyet-i İlâhiyenin Risâle-i Nûr’a verdiği bir kerâmettir ki, nasıl ki bu asrın en dehşetli üç büyük kumandanlarını korkutup hârika bir tarzda, hem Mart Hâdisesi’nde Hareket Ordusu’nun başkumandanı, hem İstanbul’un eski harb-i umûmîdeki istilâsındaki Hareket-i Milliye sırasında İstanbul’u istilâ eden dehşetli ecnebî kumandanını Ankara dîvân-ı riyâsetinde en dehşetli reîsin hiddetini tarziyeye çevirmesi gibi, üç adliyenin de
dokunaklı, şiddetli müdâfaâta karşı binler bahâne tutabildikleri hâlde, hakperestâne ve musâlahakârâne ittifâk ile berâet kararını vermeleri, elbette Kur’ân’ın bir mu‘cize-i ma‘neviyesi olan Risâle-i Nûr’un bir kerâmetidir diye kat‘î bu gece bir ihtâr hissettim ve kaleme aldım. Fakat gāyet müşevveş ve tashîh ve ıslâh edilmeden size gönderildi.
Binler selâm (Hâşiye)
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Saîdü’n-Nûrsî
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
Hâşiye: Bu dakîkada hâtıra geldi ki, On Üçüncü Söz’ün İkinci Makāmı rehber olsa ve Leyle-i Kadrin nüktesi de ona bir küçücük zeyl olsa münâsibdir. Fakat size havâle ediyorum. On Üçüncü Söz kısa kalmış. Hem de i‘câz-ı Kur’ânî içinde aynı parça tekrâr edilmiş. Hem herkes birden onu anlamaz. Rehberin de yeri taayyün etmemiş. Öyle ise On Üçüncü Söz’ün İkinci Makāmı olsa, herkes istifâde eder. Leyle-i Kadrin nüktesini siz Sikke-i Gaybiye gibi münâsib gördüğünüz yere koyabilirsiniz. Hem tevsi‘ ve ilâve edebilirsiniz.
Sâniyen: Bu Mustafâ Usman, Ahmed Fuâd’ın samîmî ve müjdeli mektûblarına bin Bârekallâh ve içindeki hâlis duâlarına binler Âmîn diyerek size gönderildi.
اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي
Kardeşiniz Saîd
Hiç vakit bulamadık ki ne tashîhe, ne ta‘dîle, gāyet acele oldu. Kusûra bakmayınız.
*
* *
(459)
(Lâhika’ya girsin. Ta‘dîli siz yaparsınız.)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Üstâd-ı âlî-kadrimiz, Sevgili Efendimiz,
Hem bu bîçâre hakîr şâkirdiniz, hem Safranbolu ve Eflâni Medrese-i Nûriyesi’ndeki şâkirdleriniz bedeline siz fazîlet-meâb ve azîz Üstâdımız efendimizi ziyâretle hürmet ve ta‘zîmlerimizin arz ve iblâğı için nûrun küçük kahramanlarından muallim Mustafâ Sungur huzûr-u fâzılânelerinize kabul buyurulursa, hepimizi temsîlen mübârek el ve ayaklarınızı öpecektir.
Mustafâ Sungur, nâhiyemiz Medrese-i Nûriyesi mensûblarının çok kısa bir zamanda Risâle-i Nûr’dan feyiz-yâb oluşlarının bir numûnesidir. Buradaki diğer talebeleriniz nûrları okuyarak, yazarak ve yazdırarak neşr ve ta‘mîmine çalışmakta ve bu işi her vazîfenin fevkinde çok kudsî bir hizmet ve bir meslek bilmektedirler.
Okuma ve yazma ni‘metinden mahrûm olan binlerle ehl-i îmân da, bu hakîr şâkirdinizin münhasıran nûrlar üzerindeki musâhabe ve mev‘izalarını istima‘ sûretiyle îmânlarını tahkîm ve takviye etmektedirler.