Mektub 671

Sayfa 436

Hâmisen: Medreset’üz-Zehrâ’nın o matbû‘ eserinden gelen parça, aynen dercedildi. Tâ İslâmiyet maârifinin şimdi bir kahramanı Tevfîk İleri görsün, bir sene evvelki fikri ne kadar kıymetdâr olduğunu anlasın, bilfiil tatbîkine girsin.

Saîdü’n-Nûrsî

[671]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا

Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

Evvelen: Çok emârelerle ve bazı hâdiselerle kat‘iyen tahakkuk etmiş ki, nûrun hâs talebelerinden bazılarının bir zayıf damarını bulup, hizmet-i nûriyeden vazgeçirmek veya zayıflaştırmak için nûrun ve nûr talebelerinin düşmanlarının çok plânları var. Medâr-ı ibret bir iki numûneyi beyân ediyoruz.

Birinci Numûnesi: Nûrlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç hâs kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve rûhânî bir meşreb ile meşgūl edip, hizmet-i îmâniyeye karşı zayıflaştırmak için, bazı şahıslar ispirtizma denilen ölülerle muhâbere nâmı altında cinnîlerle muhâbere etmek gibi, hattâ bazı büyük evliyâlarla, hattâ Peygamberlerle güyâ bir nevi‘ konuşmak gibi, eski zamanda kâhinlik

Sayfa 437

denilen, şimdi de medyumluk nâmı verilen bu mes’ele ile bazı kardeşlerimizi meşgūl ediyorlar. Hâlbuki:

Bu mes’ele, felsefeden ve ecnebîden geldiği için, ehl-i îmâna çok zararları olabilir. Ve çok sûiistimâlata menşe’ olmakla berâber, içinde bir doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünkü doğruyu ve yalanı tefrîk edecek bir mihenk, bir mikyâs olmadığından, ervâh-ı habîse ve şeytâna yardım eden cinnîlerin bu vesîle ile, hem onun ile meşgūl olanın kalbine ve hem de İslâmiyet’e zarar vermek ihtimâli var. Çünkü ma‘neviyât nâmına hakāik-i İslâmiyeye ve akîde-i umûmiyeye muhâlif ihbârât oluyor. Ervâh-ı habîse iken, kendilerini ervâh-ı tayyibe zannettirip, belki kendilerine bazı büyük velîler nâmını verip, İslâmiyet’in esâsâtına muhâlif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakîkati tağyîr edip, sâfdîlleri tam aldatabilirler.

Meselâ, nasılki güneş, bir küçük cam parçasında ziyâsıyla, harâretiyle, şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camın içindeki güneşin o küçücük timsâli, kendi nâmına eğer konuşsa ve dese: “Benim ziyâm dünyayı istilâ ediyor, benim harâretim herşeyi ısıtıyor ve küre-i arzdan bir milyon def‘adan daha büyüğüm” dese, ne derece hilâf-ı hakîkat olduğu anlaşılır. Aynen bu misâl gibi, bir peygamber, güneş gibi hakîkî makāmında iken, o ispirtizmanın veyahud medyumluğun cam parçası hükmündeki

Sayfa 438

isti‘dâdına göre bir cilvesinin tezâhürü, o hakîkat nâmına konuşamaz. Eğer konuşsa, yüz derece muhâlif olur. İspirtizmanın veya medyumluğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o ma‘nevî güneşin kudsî mâhiyetine hiçbir cihetle kıyâs olamaz. Çünkü esfel-i sâfilîndeki bir cam parçası, ma‘nen a‘lâ-yı illiyyînde olan o ma‘nevî güneşin hakîkatini yanına getiremez. Getirmeye çalışmak da, hürmetsizlikten başka birşey değildir. Ancak onun makāmına karîb olmak için, Celâleddîn-i Süyûtî ve bir kısım evliyâlar gibi, seyr ü sülûk ile terakkî ederek, o ma‘nevî güneşin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakkî, Risâle-i Nûr’un isbât ettiği gibi, Peygamberin velâyetiyle bir nevi‘ sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi isti‘dâdları derecesinde olur.

Fakat nübüvvet hakîkati, velâyetten ne derece yüksek ise, ispirtizma vâsıtasıyla veyahud terakkiyât-ı rûhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhâbere dahi, hiçbir cihette hakîkî peygamberle muhâbereye yetişemeyeceğinden, yeni ahkâm-ı şer‘iyeye medâr-ı ahkâm olamaz.

Evet, dînden gelmeyen, belki felsefenin hassâsiyetinden gelen celb-i ervâh da, hem hilâf-ı hakîkat, hem hilâf-ı edeb bir harekettir. Çünkü a‘lâ-yı illiyyînde ve kudsî makāmlarda olanları esfel-i sâfilîn hükmündeki masasına ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek, tam bir ihânettir ve bir hürmetsizliktir. Âdetâ bir pâdişâhı,

Sayfa 439

kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakîkat ve edeb ve hürmet ve istifâde odur ki, Celâleddîn-i Süyûtî, Celâleddîn-i Rûmî ve İmâm-ı Rabbânî gibi zâtların seyr ü sülûk-ü rûhânîleri gibi, seyr ü sülûk ile yükselerek, o kudsî zâtlara yanaşmak ve istifâde etmektir.

Rü’yâ-yı sâdıkada ervâh-ı habîse ve şeytân, Peygamber sûretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervâhta, ervâh-ı habîse, belki Peygamberin lisânen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer‘iyeye muhâlif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şerîatin ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhâlif ise, tam delîldir ki, o konuşan ervâh-ı tayyibe değildir, mü’min ve Müslüman cinnî de değildir, ervâh-ı habîsedir. Bu şekilde taklîd ediyor.

Sâniyen: Şimdi nûr talebeleri böyle mes’elelerde derse muhtâç değildirler. Risâle-i Nûr, herşeyin hakîkatini beyân etmiş. Başka îzâhâta ihtiyâç bırakmamış. Risâle-i Nûr onlara kâfîdir. Fakat nûr talebesi olmayanların aynı muhâberede, ahkâm-ı şerîat ve sünnet-i seniye esâsâtına muhâlif telkînâtı dinlememeleri lâzım ve elzemdir. Yoksa büyük hata olur.

Bir İhtâr: Bu mektûbdaki rûhlarla muhâbere mes’elesine karşı edilen şiddetli tenkîd, ecnebîden, fen ve felsefeden ve manyetizma ve ispirtizmadan gelen

Sayfa 440

ve ma‘nevî bir şekli giyen bir meşrebe karşıdır. Yoksa İslâmiyet’ten ve tasavvuf ve ehl-i tarîkatten gelen ve bir derece rûhlarla muhâbereye benzeyen ve nâehillerin girmesiyle bir derece sûiistimâl edilen ve pek az olan bir kısım sofuların sofiliğine karşı değildir. Gerçi onlarda da bir cihette bazılara zarar olabilir. Fakat öteki gibi, hiçbir cihette aldatıcı değil ve İslâmiyet’e hiçbir cihette zarar niyeti yok. Hem o ecnebîden gelen meşreb ise, hem tarîkat ve hem İslâmiyet aleyhinde olduğu gibi, o sofuların mesleğini de sukūt ettirmeye çalışıyor ve âdileştiriyor. Ehl-i tasavvufun zayıf ve tam sünneti yerine getirmeyen kısmı, dikkat etsinler, kendilerini onlara benzetmesinler.

Saîdü’n-Nûrsî

[672]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا

Azîz, Sıddîk Kardeşlerimiz!

Evvelâ: Kur’ân’ın nakş-ı hurûfundaki bir nevi‘ mu‘cizesini gözlere dahi gösterecek bir tarzda yazdırılan ve bu zamanda izhâr edilen mu‘cizeli ve yaldızlı Kur’ân’ımız evvelce tab‘ için Almanya’ya gönderilmiş ve İstanbul’da da gayret edilmişse de üç renk üzerine tab‘edilmesi fazla bir masrafa ihtiyâç göstermesi gibi mâni‘lerden

Emirdağ Lahikası - 4
  • Hâmisen: Medreset’üz-Zehrâ’nın o matbû‘ eserinden gelen parça, aynen dercedildi. Tâ İslâmiyet maârifinin şimdi bir kahramanı Tevfîk İleri görsün, bir sene evvelki fikri ne kadar kıymetdâr olduğunu anlasın, bilfiil tatbîkine girsin.

    Saîdü’n-Nûrsî

    [671]

    بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

    اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا

    Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

    Evvelen: Çok emârelerle ve bazı hâdiselerle kat‘iyen tahakkuk etmiş ki, nûrun hâs talebelerinden bazılarının bir zayıf damarını bulup, hizmet-i nûriyeden vazgeçirmek veya zayıflaştırmak için nûrun ve nûr talebelerinin düşmanlarının çok plânları var. Medâr-ı ibret bir iki numûneyi beyân ediyoruz.

    Birinci Numûnesi: Nûrlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç hâs kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve rûhânî bir meşreb ile meşgūl edip, hizmet-i îmâniyeye karşı zayıflaştırmak için, bazı şahıslar ispirtizma denilen ölülerle muhâbere nâmı altında cinnîlerle muhâbere etmek gibi, hattâ bazı büyük evliyâlarla, hattâ Peygamberlerle güyâ bir nevi‘ konuşmak gibi, eski zamanda kâhinlik

Item 1 of 5