Vakit bulamadım, siz hem bunu, hem Sabrî’nin mektûbunu ta‘dîl ve ıslâhtan sonra Lâhika’ya geçirirsiniz.
(356)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Çok Sevgili ve Mübârek Üstâdımız Efendimiz Hazretleri,
Son haftalar içinde bizlere vâsıl olan ve ma‘nevî yaralarımıza merhem ve şifâlar veren ihsâsât ve ihbârât-ı nûriyeniz, vazîfelerimize daha çok dikkatle sarılmak ve bu sûretle siperlerimizden dışarıya çıkmak olan gevşeklikten kurtularak tâze bir gayretle nûr kalemlere dayanıp, bu müdhiş ve pek âcib hengâmda kendilerimizi yegâne tahassungâh olan Risâle-i Nûr’a atmış bulunmaktayız. Elhamdülillâh.
Bugün ehl-i dünyânın gözünü yıldıran komünistlik gibi cereyânların yegâne düşmanı ve müdâfi‘ ve ondan gelen hastalık ve yaraların hekimi ve ilacı olan Risâle-i Nûr’un Üstâdı, gözümüzün nûru, rûh u cânımız ve yegâne tesellî-i hayâtımız, çok sevgili efendimiz Üstâdımız hazretlerinin otuz seneden beri ve bugün hâlen biz hep Nûrcuların ve ehl-i vicdânın elemle müşâhedemizle ve her bir zerrelerimize kadar hissettiğimiz ve tarihlerde dahi emsâli görülmemiş şekil ve tarzlarla mason ve tarafdârlarının ve komünistlerin gaddârca, vahşîce mezâlimine (Kur’ân’ı ve îmânı muhâfaza
ve müdâfaa etmek pahasına) hedef olmuş. Mübârek ve muazzez şahsiyeti hâlbuki merhûm şehîd Hasân Feyzî ve diğer hayâttaki ehl-i kalb ve ârifînden olan kardeşlerimizin lâhika ve ma‘lûmâtlarımızı süsleyen (azamet-i hakîkat-i Üstâd) husûsundaki beyânatlarında te’yîden anladığımız vecihle, zâhiren bu dünyada maddî yalnızlığı, zayıflığı, hastalıklı hayâtı ile berâber, o mübâreğin yalnız bir Allâh ve Habîbi’ne (asm) ve Kur’ân’ına dayanıp pek muazzam ma‘nevî kuvvetlere, hâmîlere mazhar olmuş.
Bu dünyalardan vâsi‘ iktidârıyla berâber Risâle-i Nûr’un esâs mesleği olan ihlâs ve tefânî sırrı içine bürünüp “Kaderin adâletinin teceliyâtıdır” diye tevekkülle nefsine tam sabır içinde şükrettiren ve ma‘nevî ve uhrevî meyve ve mükâfâtlarını şimdiden görüp bizlere de müjde verip اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰي نِعْمَةِ الْا۪يمَانِ diyen ve şâkirdlerine dedirten sevgili Üstâdımızın çok ince hissiyâtıyla rûhlarımıza bir ferâhlık ve ehl-i dünyâ ve dalâletin artık içinden göynüyüp tefessüh ederek yıkılmasından hâsıl olan müdhiş sallantı ile râhatsız olan kalplerimize âb-ı hayâtlar serpen o ehemmiyetli ve kıymetli duygularını kaleme alması, cidden bizi pek çok mesrûr ve mütesellî, ve bütün rûh u cânımızla teşekkür ettirdi.
Tâzelenen bu büyük ve mukaddes dersinden dolayı çok mübârek Üstâdımıza ebedî minnetdârlıklarımızı arzetmeyi bir borç telâkkî ettik. Mün‘im-i Hakîkînin kudretini
isbât eden şükre şâyân olan, fakat maatteessüf bu fenler ve san‘atları tahrîbciler dalâlet ve adem yolunda kullanarak bütün felsefeleriyle, tabîatlarıyla ve servet ve nüfûzlarıyla bin senedir tahkîm edip meydana getirdikleri bu müdhiş deccalâne dalâlet şahs-ı ma‘nevîsini Risâle-i Nûr’un otuz senelik mücâhede-i ma‘neviyesi ile mağlûb edip son def‘a katî ve iflâh olmayacak derecede yaralar aldırarak tecâvüzlerini kahretmek üzere başlarını dünyalarına yedirip, çarptırıp, zîr u zeber ve perişan, nûrlara teslîm olmak, günlerini görmek için âdetâ sabırsızlanarak Allâh’ından isteyen sevgili üstâd-ı nûrun arşı titreten, yürekleri eriten nâz ve niyâzı, tazarru‘ ve münâcâtını “İlâhî, yâ Rab! bütün mukaddesâtın aşkına kabul buyur!” duâsını, bir zerrenin dahi ihtiyâç duâsına muhtâç oldukları esbâb-ı ni‘meti vermekle icâbet eden Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn Hazretleri, Kur’ân’ı için sevgili Habîbi (asm) ve onun şerâit-i garrâ-yı Ahmedîsi için kabul buyursun. Âmîn. “Ve zât-ı ecell-i a‘lân için Ey Kahhâr-ı Zülcelâl, senin şerîatına karşı ordular besleyen bu zâlimleri îmâna getir. Yoksa kafalarını kır.” duâsına, “Bütün mevcûdât ve mahlûkātın fahrı ve Sâhib-i Şerîat, sevgili Habîbi’nin (asm), bu cihânları şereflendiren teşrîf gecesi ve ayı hürmetine kabul buyur!” duâsına bütün Risâle-i Nûr’un şâkirdleri bizler, Risâle-i Nûr’un hurûfâtının ma‘nevî ve maddî semereleri hasenâtları adedince âmîn diyoruz. وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Sıhhat ve âfiyetinize her an duâkâr ve duâlarınızı istirhâm ederek el ve ayaklarınızdan öpen bütün Nûrcu kardeşlerimiz dâhil, bilhâssa orada selâm ve minnetdârlıklarını arzeden, her türlü acz ve fakrlarıyla berâber mütesâniden nûr hizmeti görmekte ihtiyâcı olan kardeşlerim nâmına çok günâhkâr ve perişan hâliyle huzûr-u âlîlerine hayâlen çıkıp el ve ayaklarınızdan öperek şifâkâr ve müşfik duâlarınızı yalvaran pür-kusûr köleniz
Küçük İbrâhîm
İnebolu
*
* *
(357)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz Sıddîk Kardeşlerim,
Evvelâ: Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikār’ın bir kısmı iki def‘a Câmiü’l-Ezher’e göndermek için emîn vâsıta verildiği hâlde gitmediğinin hikmeti şimdi anlaşıldı. Kahraman Nazîf’in çok mükemmel yazdığı o Asâ-yı Mûsâ bana geldi, açtım. Birden Tabîat Lem‘ası’nın üçüncü kelimesinin üçüncü muhâlinde sehven “o ilim ve kemâlden” yazılmış hâlbuki doğrusu “o ilim ve kelâmdan” dır. Hem birden Hülâsatü’l-Hülâsa’dan gözüme ilişti. İki satırda يُظْهِرُ رُبُوبِيَّتِه۪ وَشَفْقَتِه۪