Mektub 666

Sayfa 416

o taarruzun yüz mislinden daha ziyâde bir hatadır, bir cinâyettir ve bu vatana da bir sûikastir.

Saîdü’n-Nûrsî

*

* *

[666]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

Bir zât, uzunca bir mektûb yeni harfle bana yazmış, kendisinin kim olduğunu bildirmemiş. Üç noktada şüphe edip bir nevi itirâz gibi yanlış manâ verdiği için güyâ bizi îkāz ediyor. Meşrebimiz münâkaşa ve münâzara olmadığından ve kusûrumuzu hakîkî olarak gösterenlerden memnûn olduğumuzdan, bu meçhûl zâtın mektûbunda üç esâsın hakîkatını gösterip yanlışını tashîh etmek istedim.

Birinci Esas: Risâle-i Nûr’un üstâdı ve me’hazı ve Saîd’in de çok zamandan beri bir virdi olan bazı âyetler, bir Hizb-i Kur’ânî sûretinde bir kısım talebelerin arzularıyla kaleme alınmış. Sonra da tab’edilmiş. Ve dört beş mahkemenin de gösterdiği ehl-i vukūf ulemâları ve hattâ Diyânet Riyâseti Dâiresi ve İstanbul’un fetvâ dâiresindeki tetkîk-i kütüb-ü dîniye hey’etinden hiçbir âlim ve ehl-i vukūf ulemâları i‘tirâz etmemişler. Belki takdîr edip tahsîn etmişler. Çünkü başta sahâbeler ve matbû‘ Mecmûatü’l-Ahzâb’da bulunan Hazret-i Üsâme radıyallâhü anh Hizb-i Kur’ânî’si ki,

Sayfa 417

her bir günde bir kısmını okumakla taksîm edilmiştir. Ve aynı kitabda ve Mecmûatü’l-Ahzâb’ın aynı cildinde İmâm-ı Gazâlî radıyallâhü anh’ın bir Hizb-i Kur’ânîsi var. Ve çok ehl-i velâyetin kendi meşreblerine muvâfık bazı sûreleri ve âyetleri bir Hizb-i Mahsûs-i Kur’ânî yaptıkları meydândadır.

On sene evvel şehîden vefât eden merhûm Hâfız Alî gibi nûrun kahramanlarından, benim husûsî virdimi ve Risâle-i Nûr’un üstâdları ve menba‘ları olan en mühim âyetleri cem’etmek istediler. Sonra onlara gönderdim. Onlar da tab’ettirdiler. Çünkü herkes her vakit bütün Kur’ânı okumaya vakit bulamıyor. Fakat böyle bir Hizb-i Kur’ânî eline geçse, her vakit istifâde edebilir fikriyle, hem sevâbları çok ziyâde olan âyetler ve sûreler, içinde yazılmış. Zâten Kur’ân-ı Hakîm’in bir mu‘cizesi şudur ki, ehl-i hakîkatten ve kemâlâttan her bir meslek sâhibi, meşrebine muvâfık, Kur’ân’da bir Kur’ân’ını, bir hizb-i mahsûsunu, bir üstâdını bulur. Güyâ tek bir Kur’ân’da binler Kur’ân var.

Bu mu‘cizenin de sırrı şudur ki: Kur’ân-ı Hakîm’in âyetlerinin ve kelâmlarının münâsebetleri yalnız berâber olanlara değil, belki pek çok âyetlere ve kelâmlara ve kelimelere münâsebeti var, bakıyor. İşârâtü’l-İ‘câz tefsîr-i nûriyede bu sır bir derece gösterilmiş. Demek başka kelâmlara benzemez. Her bir âyet, binler âyetlere bakar birer yüzü ve gözü var. Bu vaziyet-i Kur’âniye çok hakāike medârdırlar. Ehl-i tarîkat

Sayfa 418

ve ehl-i hakîkatin her bir kısmı kendi mesleğine göre, o küllî Kur’ân içinde bir mahsûs hizbleri var.

İşte Risâle-i Nûr’un Hizb-i Kur’ânî’si de o nev‘den birisidir. Bunu böyle neşretmek için, evliyâdan olan merhûm Hâfız Alî bunun tab‘ını acele etmek istedi. Çünkü tamâm-ı Kur’ân’ın, Risâle-i Nûr’un keşfiyâtıyla, hattında bir nevi‘ mu‘cize-i tevûfukiye bulunmasından, onu tab’edip bastırmak için bu Hizb-i Kur’ânî’yi bir mukaddimesi, bir müjdecisi olarak bastırdılar. Evet, şimdiki, Husrev’in kalemiyle yazılan ve pek hârika olan ve tevâfuk cihetinde mu‘cizâtlı olan Kur’ân’ımızın on beş seneden beri tab‘ına çalışıyoruz. Ve fakat ekser Nûrcular fakîrü’l-hâl olduğundan ve fotoğrafla tab‘ı lâzım geldiğinden ve yirmi beş bin banknot masraf lâzım olmasından, Hizb-i Kur’ân’ımız mukaddime olarak daha evvel, bu mu‘cizeli Kur’ân’ımızın bir müjdecisi olarak tab’edildi. İşte bu mu‘cizeli Kur’ân’ımızı, hem Diyânet Riyâseti tetkîk etmiş, çok beğenmiş; hem İstanbul’daki fetvâ dâiresindeki tetkîk-i mesâhif ulemâsı gāyet güzel görmüş. Gāyet güzelce tetkîk edip musahhah olarak bize iâde etmiş. İnşâallâh yakında bu Kur’ân’ımız basılarak, bir hediye-i nûriye olarak Âlem-i İslâm’a neşredilecektir.

O kendini bildirmeyen zâtın şüphe ettiği İkinci Mes’ele pek çok Nûrcuların haddimden yüz derece ziyâde hüsn-ü zanlarıyla benden zannettiği medâr-ı iftihâr sıfatları,

Sayfa 419

yüz def‘a onların hâtırlarını kırıp reddetmişim. Fakat yirmi sekiz sene siyâsetçiler, Risâle-i Nûr’un sırf îmânî ve uhrevî mesleğini şimdiki medenîleşmek fikirlerine müsâid görmediklerinden, yirmi sekiz senedir hapislerle, mahkemelerle, tarassudlarla, asılsız isnâdlarla Nûrcuları ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle Risâle-i Nûr’u neşrettirmemek için emsâlsiz bir vaziyete düşmüştüm.

Yarım ümmî ve ithâm altında ve nûr şâkirdlerini bütün bütün kaçırmamak için bana karşı medhi, şahsımdan reddedip “Medhiniz nûrlara âit olabilir. Ve gördüğünüz meziyetler benim değil, Risâle-i Nûr’undur. O da Kur’ân-ı Hakîm’in bir hakîkatinin bir tefsîridir. Ve her asırda dîne ve îmâna tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acîb ve komitecilik ve şahs-ı ma‘nevî-i dalâletin tecâvüzü zamanında bir şahs-ı ma‘nevî müceddid olmak lâzım gelir. Bu zaman eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı ma‘neviye karşı mağlûb olmak kābildir. Risâle-i Nûr’un o cihette bir nevi‘ müceddid olması kaviyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil, belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risâle-i Nûr’a bir nevi‘ çekirdek olabilir. Kur’ân’ın feyziyle, Cenâb-ı Hakk’ın ihsânıyla o çekirdekten Risâle-i Nûr’un meyvedâr, kıymetdâr bir ağaç hükmüne icâd-ı İlâhî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kıymet, Kur’ân-ı Hakîm’in ma‘nâsı ve hakîkatli tefsîri olan Risâle-i Nûr’a âittir.”

Sayfa 420

Kendini bildirmeyen zâtın “Üçüncü Şüphesi” büyük cihâdın ve Sebîlü’r-Reşâd’ın neşrettiği gibi, ben i‘lân etmişim ki: Dîne, îmâna hizmeti ve Risâle-i Nûr’u, değil dünya siyâsetine, belki kemâlât-ı ma‘nevîye ve makāmât-ı âliyeye âlet edemediğim gibi, herkesin hoş gördüğü saâdet-i uhreviye ve cehennemden kurtulmaya vesîle etmemek ve yalnız emr-i İlâhî ve rızâ-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet etmemek, bu zamanda nûrun hakîkî kuvveti olan sırr-ı ihlâs-ı hakîkîyi muhâfaza etmeye beni mecbûr etmiş ki, Sıddîk-i Ekber’in (ra) dediği olan “Mü’minler cehenneme gitmemek için Allâh’tan isterim, benim vücûdum cehennemde büyüsün ki, onların yerine azâb çeksin” diye söylediği kudsî fedâkârlığının bir zerresini, ben de kendime kazandırmak için, “Îmân ile cehennemden birkaç adamın kurtulmaları için cehenneme girmeyi kabul ederim” demişim.

Zâten ibâdet, cennete girmek ve cehennemden kurtulmak için kılınmaz, bozulur. Belki rızâ-yı İlâhî ve emr-i Rabbânî için yapılır.

Yine Hizb-i Kur’ân’ımızın bahsine döneriz:

Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın büyük bir kumandanı olan Hazret-i Üsâme radıyallâhü anh, bir gün hamde âit, bir gün istiğfâra âit âyetler, bir gün tesbîhe âit, bir gün tevekküle, bir gün de selâm lâfzına, bir gün de tevhîd ve لَا اِلٰهَ اِلَّا هُو ya âit, bir gün de ربّ kelimesine âit bütün Kur’ân’dan müteferrik sûrelerden bir Hizb-i Kur’ânî

Sayfa 421

çıkarmış, kendine bir vird eylemiş. Demek böyle hizblere izn-i Peygamberî Aleyhissalâtü Vesselâm var.

Hem bizim Hizb-i Kur’ân’ımız îmân hakîkatlerine dâir âyetleri, husûsen sûreler başlarındaki âyetleri cem‘ettiğinden başlarında بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ yazılmış. Bu hizb, tamam Kur’ânı okumaya büyük bir şevk verir, noksâniyet vermez. Hem yirmi günde okunacak arzu edilen bazı îmâni âyetler, bir iki günde bu hizbde okunduğundan, bir zaman bütün sûrelerin başında bir kısım âyetleriyle berâber, Risâle-i Nûr’un esâsları olan bazı âyât-ı îmâniyeyi kendime vird eylemiştim. Sonra bir hizb sûretine girdi.

O meçhûl zât, izzet-i ilmiyeyi firavuncuklara karşı muhâfazamı, bir enâniyet tevehhüm etmiş. Nûr talebelerinin hakkımda hüsn-ü zanlarını bütün bütün kırmadığımı, bir benlik tahayyül etmiş. Ve îmân hakîkatlerine dâir beyânâtıma, talebelerin tam i‘timâd ve kanâatlerini te’mîn etmek fikriyle ehl-i velâyetin ve bazı âyâtın kat‘î kanâat ettiğim bine yakın emârât ve işâretlerinin izhârına mecbûr olduğum için bir kısmını hâs kardeşlerime beyân etmemi, bir nev‘i hodfurûşluk zannetmiş.

Evet, bu zamanda dînsizlik hesâbına, benlikleri firavunlaşmış derecede ve îmâna ve Risâle-i Nûr’a hücûmları zamanında onlara karşı tedâfü‘ vaziyetimizde tevâzu‘ ve mahviyet göstermek, büyük bir cinâyet ve hıyânettir. Ve o tevâzu‘, tezellül hükmünde bir

Sayfa 422

ahlâk-ı rezîle olur. Onlara karşı izzet-i dînîyeyi ve şerâfet-i ilmiyeyi muhâfaza etmek için kahramancasına bir sebât, bir kuvve-i ma‘neviyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfurûşluk olur mu? Hiçbir şöhretperestlik ve enâniyet olur mu ki, o zât öyle tevehhüm etmiş.

Hem Risâle-i Nûr’a muhtâç ve îmânını kuvvetlendirmek ve kurtarmak için nûrları arayanlara karşı ki, onda üçü veya dördü şahsıma bakmayıp nûrdaki kat‘î hüccetlerle iktifâ ettiği gibi, beş altı tane hüccetlerin kıymetini bilmediği için benim şahsıma bakar. “Acaba bizi kandırdı mı, yoksa hakîkat mi söylüyor?” diye şahsıma karşı hüsn-ü zanlarını kırmamaya mecbûr olduğumdan, şahsımın gizli fenalıklarına perde çekmek bir enâniyet olabilir mi? وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪ي âyet-i kerîmesinin sırrıyla nefs-i emmâreme i‘timâd edemem. Nefis kusûrsuz olmaz. Fakat şimdi bu zamanda, ejderhâlar, ifrîtler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücûmları ve tahrîbâtları zamanında, müdâfaamda, bende görünen o sinek kanadı kadar kusûrları görmek, o hücûm edenlere bir yardım hükmüne geçmektir. Ve on aded muhtâçlardan beş altı bîçâreyi nûrun ilâçlarından mahrûm etmektir.

Bu nokta için ben kendi kuvvetime, meziyetime hiç i‘timâd etmeyerek, yalnız hakîkat-i Kur’âniye ve onun tefsîri olan hakāik-i îmâniyedeki kuvvete istinâden dünyaya i‘lân ediyorum ki,

Sayfa 423

bütün dinsizler toplansalar, ben onlara karşı çekinmeyerek meydân okuyorum. Ve başımı eğmiyorum ve izzet-i ilmiyeyi kırmıyorum. Eğer bu bir benlikse, o hiçbir cihetle bana âit değil ve benlik olamaz, salâbet-i îmâniye olur. Zâten ben nasıl tabîatı, îcâd i‘tibâriyle inkâr ediyorum ve Risâle-i Nûr bunu kat‘î isbât etmiş. Öyle de, beşeri gurûra, enâniyete, firavunluğa sevkeden iktidârı da tabîat gibi inkâr ediyorum. Yalnız beşerin duâsı, bir fiilî duâ nev‘inden samîmî bir ihtiyâç ile cüz’î kesbî, bir makbûl duâ hükmüne geçer. Onu da Cenâb-ı Hakk kabul eder, keşfiyât nâmındaki beşere lâzım olan hârikaları ihsân eder diye kat‘î delîllerle ilm-i usûlü’d-dînin ulemâsı, kader ve cüz’-i ihtiyârî bahsinde isbât ettikleri gibi, ben de ayne’l-yakîn derecesinde kat‘î kanâatle, feyz-i Kur’ânî ile, Risâle-i Nûr’un hüccetleriyle evvelâ kendi nefsimde, sonra herkesteki benlik ve iktidârın, îcâd ve ihsân ve tevfîk-i İlâhî’nin yalnız bir perdesi olduklarını kat‘î bildiğim için nûrlara ve kardeşlerime i‘lân etmişim ki: Ben bir çekirdektim, çürüdüm. Acz ve ihtiyâç ve samîmî istemek ve fiilî duâ etmek netîcesinde Cenâb-ı Erhamü’r-râhimîn, Risâle-i Nûr’u o çekirdekten halkedip ihsân etmiş. Nûrun mektûbâtındaki bütün medâr-ı medih fıkralar, o nûrânî ağaca âittir. Benim hissem, kat‘iyen hiçbir cihette fahrolamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Öyle ise kâinât adedince Eşşükrülillâh, Elhamdülillâh.

اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي

Saîdü’n-Nûrsî

Sayfa 424

(667)

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا

Evvelen: Kardeşimiz kahraman Rüştü’nün gönderdiği mektûb ile gazeteyi bana okudular. Dünkü gün aynı gazeteyi görmüş gibi hiddet ediyordum. Fakat demokrat, bütün kuvvetiyle beni müdâfaa etmek lâzım gelirken, acaba demokrat dîndârları da aldanmışlar ki, beni ve Risâle-i Nûr’u himâye etmiyorlar? Ve aleyhime dönmek ihtimâlî varmı ki diye bu akşam telâş ettim. Fakat birden bu sabah mektûbunuzu aldığım vakit o telâşım gitti. Ve anladım ki, demokratlar anlamışlar ki, onların büyük bir kuvveti Nûrcular olduğundan, demokrat kongresinde milletvekîli beni müdâfaa etmiş.

O Halk Partilerinin müfrit kısmından o gazeteci iki acîb yalan ve iftirâsı, bu noktayı yazmaya beni mecbûr etti ki, birisi: “Cildlerle kitabları inkılâb aleyhindedir” demesi gösteriyor ki, o, hakāik-i îmâniye ve Kur’âniyenin hâricinde sırf bir dînsizlik ma‘nâsını inkılâba vermiş, inkılâbı öyle kabul ediyor. Bu Müslüman millete bu iftirâyı eden belâsını bulacak.

İkinci iftirâsı: Diyor ki: “Saîdü’n-Nûrsî kürt milliyetini dîn nâmına Anadolu evlâtlarına neşrediyor.”

Emirdağ Lahikası - 4
  • o taarruzun yüz mislinden daha ziyâde bir hatadır, bir cinâyettir ve bu vatana da bir sûikastir.

    Saîdü’n-Nûrsî

    *

    * *

    [666]

    بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

    Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,

    Bir zât, uzunca bir mektûb yeni harfle bana yazmış, kendisinin kim olduğunu bildirmemiş. Üç noktada şüphe edip bir nevi itirâz gibi yanlış manâ verdiği için güyâ bizi îkāz ediyor. Meşrebimiz münâkaşa ve münâzara olmadığından ve kusûrumuzu hakîkî olarak gösterenlerden memnûn olduğumuzdan, bu meçhûl zâtın mektûbunda üç esâsın hakîkatını gösterip yanlışını tashîh etmek istedim.

    Birinci Esas: Risâle-i Nûr’un üstâdı ve me’hazı ve Saîd’in de çok zamandan beri bir virdi olan bazı âyetler, bir Hizb-i Kur’ânî sûretinde bir kısım talebelerin arzularıyla kaleme alınmış. Sonra da tab’edilmiş. Ve dört beş mahkemenin de gösterdiği ehl-i vukūf ulemâları ve hattâ Diyânet Riyâseti Dâiresi ve İstanbul’un fetvâ dâiresindeki tetkîk-i kütüb-ü dîniye hey’etinden hiçbir âlim ve ehl-i vukūf ulemâları i‘tirâz etmemişler. Belki takdîr edip tahsîn etmişler. Çünkü başta sahâbeler ve matbû‘ Mecmûatü’l-Ahzâb’da bulunan Hazret-i Üsâme radıyallâhü anh Hizb-i Kur’ânî’si ki,

Item 1 of 9