Sayfa 335

Bir cüz’î hâdise münâsebetiyle İnebolu’ya yazılan ve o gibi çirkin hâdiseleri köküyle kesen bir mektubun suretidir.

[165]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَٓائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ

Azîz, sıddîk kardeşlerim,

Risâle-i Nûr dünya işlerinde âlet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünki ehemmiyetli bir ibâdet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksadlar kasden ondan istenilmez. İstenilse ihlâs kırılır. O ehemmiyetli ibâdet şekli değişir. Bazı çocuklar gibi, dövüştükleri vakit Kur’ân’ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur’ân’a geldiği gibi, Risâle-i Nûr böyle muannid hasımlara karşı siper isti‘mâl edilmemeli. Evet, Risâle-i Nûr’a ilişenler tokat yerler. Yüzer vukūât şâhiddir. Fakat Risâle-i Nûr, tokatlarda isti‘mâl edilmez. Ve niyet ve kasıd ile tokatlar gelmez. Çünki sırr-ı ihlâs ve sırr-ı ubûdiyete münâfîdir. Bizler, bize zulmedenleri, bizi himâye eden ve Risâle-i Nûr’da istihdâm eden Rabbimize havâle ediyoruz.

Evet, dünyaya âit hârika neticeler, bazı evrâd-ı mühimme gibi Risâle-i Nûr’a çokça terettüb ediyor. Fakat onlar istenilmez, belki veriliyor. İllet olamaz, bir fâide olabilir. Eğer istemekle olsa, illet olur, ihlâsı kırar. O ibâdeti kısmen ibtâl eder. Çabuk bu hâdiseyi teskîn ediniz. Yoksa münâfıklar istifâde edecekler. Belki onların parmağı var.

Evet, Risâle-i Nûr’un o kadar dehşetli muannidlere karşı gālibâne mukāvemeti, sırr-ı ihlâstan; hiçbir şeye âlet edilmemesinden; ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından; ve hizmet-i îmâniyeden başka bir maksad ta‘kîb etmemesinden; ve bazı ehl-i tarîkin ehemmiyet verdikleri keşif ve kerâmât-ı şahsiyeye ehemmiyet vermemekten; ve velâyet-i kübrâ sâhibleri olan Sahâbîler gibi, verâset-i nübüvvet sırrıyla, yalnız îmân nûrlarını neşretmek ve ehl-i îmânın îmânlarını kurtarmaktır.

Sayfa 336

Evet, Risâle-i Nûr’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası her şeyin fevkındedir. Başka şeylere ve makāmlara ihtiyaç bırakmıyor.

Birinci neticesi: Sadâkat ve kanâatle Risâle-i Nûr dâiresine girenler, îmânla kabre gireceğine gayet kuvvetli senedler var.

İkinci neticesi: Risâle-i Nûr dâiresinde ihtiyârımız olmadan, haberimiz yokken, takarrur ve tahakkuk eden şirket-i ma‘neviye-i uhreviye cihetiyle, her bir hakîkî sâdık şâkirdi binler dillerle, kalblerle duâ etmek, istiğfâr etmek, ibâdet etmek ve bazı melâike gibi kırk bin lisân ile tesbîh etmektir. Ve Ramazân-ı Şerîf’deki hakîkat-i Leyle-i Kadir gibi kudsî ve ulvî hakîkatleri, yüz bin el ile aramaktır. İşte bu gibi netice içindir ki, Risâle-i Nûr şâkirdleri, hizmet-i nûriyeyi velâyet makāmâtına tercîh eder. Keşif ve kerâmâtı aramaz ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz. Ve vazîfe-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve halka kabul ettirmek ve revâc vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şân ve şeref ve ezvâk ve inâyetlere mazhar etmek gibi, kendi vazîfelerinin hâricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisan, muhlisen çalışırlar, “Vazîfemiz hizmettir, o yeter” derler.

Ve sâniyen: Seksen küsûr sene kıymetinde bulunan ve Ramazân-ı Şerîf’in mecmûunda gizlenen hakîkat-i Leyle-i Kadri kazanmak için, Risâle-i Nûr şâkirdlerinin şirket-i ma‘neviye-i uhreviyeleri muktezâsınca, her biri, mütekellim-i maalgayr sîgasıyla اَجِرْنَا وَارْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا gibi ta‘bîrâtta ‘biz’ dedikleri vakit, Risâle-i Nûr’un sâdık şâkirdlerini niyet etmek gerektir. Tâ her bir şâkird, umumun nâmına münâcât edip çalışsın. Ve bu bîçâre ve az çalışabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeşiniz, o hüsn-ü zanları yanlış çıkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardımınızı ricâ ediyorum. Orada bulunan umum kardeşlerimize birer birer selâm ve duâ ve bütün ruh u canımızla Ramazân-ı Şerîf’inizi tebrîk ediyoruz.

Kardeşiniz

Saîdü’n-Nûrsî

Sayfa 337

[166]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰي نَعْمَٓائِه۪

Risâle-i Nûr’un silsile-i kerâmâtından Mu‘cizât-ı Ahmediye (asm) ve kerâmetli Yirmi Dokuzuncu Söz ve İşârâtü’l-İ‘câz’ın himâyetkârâne ve mu‘cizâne yeni bir kerâmetleri şudur ki:

Bu Ramazân-ı Şerîf’in başında doktorun ihbârıyla ve kuvvetli emârelerin delâletiyle ve birden harâret kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen şiddetli hastalık hengâmında, kardeşimiz Âtıf’ın habbe gibi hâdisesini, hâriç vâliler kubbe yaparak, buranın hem adliye, hem zâbıta, hem vilâyete şifrelerle Risâle-i Nûr aleyhine sevk edildiği aynı zamanda, iki saat evvel, Mu‘cizât-ı Ahmediye (asm) İstanbul’dan koşup imdâda gelmiş. Masada iken, Yirmi Dokuzuncu Söz ve kerâmetli İşârâtü’l-İ‘câz, Tosya kasabasından imdâda gelmiş gibi, aynı vakitte yaldızlı cildleriyle masa üzerinde dururken, onların müsâdere endişesi ve elliden ziyâde sâir risâlelerin de namazsız ellerin zabtına geçmek ihtimâli ve şiddetli hastalığın konuşturmamak vaz‘iyetiyle beraber, Risâle-i Nûr’un o üç kerâmetli risâleleri, öyle hârika bir himâyet ve muhâfazaya vesîle ve o zehirlendirmeye panzehir ve tiryâk oldu ki, bu hâle muttali‘ olan bizler, şimdi de hayretteyiz. Güya hiçbir hastalık yokmuş gibi gayet kuvvetli, hem şiddetli tokatlar vurarak, o düşmanlık vaz‘iyeti dostluğa çevrildi.

Hem adliyenin büyük me’murları ve taharrî komiserleri, şiddetli taharrî ve müsâdere için geldikleri halde, elliden ziyâde kitaplardan hiçbirine el uzatmadan, yalnız o risâlelerin kerâmetlerini kısmen dinleyerek, onların ma‘nevî himâyeti altında risâleler muhâfaza edildi. Yalnız Müdâfaât ve On Altıncı Mektub ve Ramazaniye Risâlesi’ni mütâlaa etmek için biz verdik. Üçüncü günde, daha şiddetli arama ve taharrî etmek, zâbıtanın siyâsî komiseri bir taharrî komiseriyle geldiği vakitten iki-üç saat evvel, üç kerâmetli risâlelerin kumandasında bütün risâleler, kendilerini ellere vermemek için ortada görünmediler. Bütün iki saat o taharrî neticesinde, Ankara’dan gelen bir Ramazan tebrîkiyle,

  • Bir cüz’î hâdise münâsebetiyle İnebolu’ya yazılan ve o gibi çirkin hâdiseleri köküyle kesen bir mektubun suretidir.

    [165]

    بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

    وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

    اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَٓائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ

    Azîz, sıddîk kardeşlerim,

    Risâle-i Nûr dünya işlerinde âlet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünki ehemmiyetli bir ibâdet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksadlar kasden ondan istenilmez. İstenilse ihlâs kırılır. O ehemmiyetli ibâdet şekli değişir. Bazı çocuklar gibi, dövüştükleri vakit Kur’ân’ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur’ân’a geldiği gibi, Risâle-i Nûr böyle muannid hasımlara karşı siper isti‘mâl edilmemeli. Evet, Risâle-i Nûr’a ilişenler tokat yerler. Yüzer vukūât şâhiddir. Fakat Risâle-i Nûr, tokatlarda isti‘mâl edilmez. Ve niyet ve kasıd ile tokatlar gelmez. Çünki sırr-ı ihlâs ve sırr-ı ubûdiyete münâfîdir. Bizler, bize zulmedenleri, bizi himâye eden ve Risâle-i Nûr’da istihdâm eden Rabbimize havâle ediyoruz.

    Evet, dünyaya âit hârika neticeler, bazı evrâd-ı mühimme gibi Risâle-i Nûr’a çokça terettüb ediyor. Fakat onlar istenilmez, belki veriliyor. İllet olamaz, bir fâide olabilir. Eğer istemekle olsa, illet olur, ihlâsı kırar. O ibâdeti kısmen ibtâl eder. Çabuk bu hâdiseyi teskîn ediniz. Yoksa münâfıklar istifâde edecekler. Belki onların parmağı var.

    Evet, Risâle-i Nûr’un o kadar dehşetli muannidlere karşı gālibâne mukāvemeti, sırr-ı ihlâstan; hiçbir şeye âlet edilmemesinden; ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından; ve hizmet-i îmâniyeden başka bir maksad ta‘kîb etmemesinden; ve bazı ehl-i tarîkin ehemmiyet verdikleri keşif ve kerâmât-ı şahsiyeye ehemmiyet vermemekten; ve velâyet-i kübrâ sâhibleri olan Sahâbîler gibi, verâset-i nübüvvet sırrıyla, yalnız îmân nûrlarını neşretmek ve ehl-i îmânın îmânlarını kurtarmaktır.

Item 1 of 3