Sayfa 128

yazdığım mektublarda sen dahi bir muhâtabımsın, seninle muhâbere kesilmemiş” diye yazdım. Husrev, Re’fet, Rüşdü’nün vaz‘iyetlerini de merak ediyorum. Ve bilhassa Husrev ne haldedir? Ve Nûr fabrikasının sâhibi Hâfız Ali rahat mıdır? Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.

اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي

Kardeşiniz Saîdü’n-Nûrsî

[68]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

Azîz, sıddîk kardeşlerim,

Hâfız Ali’nin bu def‘aki mektubu, birkaç cihette Risâle-i Nûr’a âit ikrâmât-ı İlâhiye ve Risâle-i Nûr talebelerinin birbiriyle bir cesedin a‘zâları gibi alâkadâr olduklarını gösterir.

Medrese-i nûriye olan Sav’ın ümmîleri Mustafa ve Hüseyin kardeşlerimizin gördükleri rüya pek ma‘nîdârdır. Ve Isparta’nın Hâfız Ali’si Mehmed Zühdü’yle Hizbü’l-A‘zam-ı Kur’ânî’nin ihtiyârsız istikbâline gelmeleri, o hizbin Risâle-i Nûr’a çok menfaatdâr olacağını gösteriyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyoruz ki, gittikçe Isparta, havâlîsiyle Risâle-i Nûr’a tam sâhib oluyor, yerleştiriyor. Bir Saîd, bir Husrev’e bedel, pek çok Saîdleri, Husrev’leri yetiştiriyor. İkimizin çekilmesiyle daha ziyâde gayretle fa‘âliyete geçen nâşirleri yetiştiriyor.

Bu anda bu gelen kelimeler hâtırıma geldi. Üç Kerâmet-i Aleviye Risâle-i Nûr’a verdikleri kuvvet, üç Ali maddeten kalemleriyle o üç kerâmeti imza ediyorlar. Mübârek ve kıymetdar Hacı Hâfız’ın çok kıymetdar, çok fa‘âl ve sebatkâr köyünde kahraman Ahmet’lerin ve Mehmet’lerin gayretleri, bu havâlîde de o hâli onların vaz‘iyetlerini işitenleri, lâkaydları ve tembelleri gayrete şevke getiriyor. Hâfız Ali’nin bazı noktalarını ta‘bîr ve cevâb olarak Mehmed Feyzî’nin ve Emîn’in yazdıkları fıkrayı leffen gönderiyoruz.

Sayfa 129

Bu def‘a bana gelen risâleler içinde bazı mühimleri var. Kimin yazısı olduklarını bilemedim. Tahmînen Savlılarındır diyorum. Hakîkaten en lâzım risâleleri göndermişler. Eğer ben istese idim, bunları isteyecektim. Başta Tâhirî olarak onları yazan zâtların defter-i a‘mâline Cenâb-ı Hakk her bir harfine mukābil on hasene ihsân eylesin. Âmîn. Umum kardeşlerimize selâm ederiz.

Kardeşiniz

Saîdü’n-Nûrsî

Azîz, sıddîk kardeşimiz Hâfız Ali Efendi,

Mektubunuzda yazmış olduğunuz Sav ümmîlerinden kardeşimiz Mustafa ve Hüseyin’in rüyaları, Üstâdımız hakkında tam tamına zâhir ta‘bîrini gözümüz ile gördük. Hem Risâle-i Nûr’un talebeleri telsiz telefon gibi ma‘nevî haber alıyorlar gibi bir hâdisedir.

Evet, Üstâdımızın tesbîhi kırıldı, yani mübârek gecelerde evrâd-ı muntazamasını tesbîhlerle çekmek vazîfesi parçalandı. Ehl-i dünyâ (Hâşiye) doktorlarıyla Üstâdımızı muâyene edip bahanelerle, belki kendi hastahânelerinde misafir etmek yüzde yüz ihtimâl vardı. Hem o tesbîh tanelerinin bir cihette sevablarını onlar toplayacaktılar. Fakat Risâle-i Nûr’un şâkirdleri şifâ duâsıyla o tesbîhi tam toplattırdılar, devam ettirdiler. Ve fedâkâr şâkirdleri Üstâdımızı kucağına alıp onların hastahânelerindeki bakıcılarından daha mükemmel baktılar, ma‘nen misafir ettiler. Mustafa ve Hüseyin’in rüyalarını tam tamına ta‘bîr ettiler.

Evet, kardeşimiz Hâfız Ali’nin Risâle-i Nûr’un esâsı, menbaı olan beş yüz âyetten fazla olan âyât-ı Kur’âniyeden mürekkeb Virdü’l-A‘zam-ı Kur’ânî’nin Hâfız Ali Efendi'ye akşamda gelmesiyle, gecede ve fecirde Risâle-i Nûr şâkirdlerinin erkânları, kahramanları aynı gecede ve fecrinde Hâfız Ali Efendi'nin yanına gelmeleri, şübhesiz

Hâşiye: Ramazan’da hastalıkta muâyene için gelen -şimdi Saîd nâmında- o doktor yanımızda oturuyor. O zât, on gün zarfında Otuzuncu Lem‘a’yı mükemmel tevâfuklu Husrev gibi yazdı. Hem mükemmel anladı, hem hâs şâkirdlerden oldu. Eski hâllerinden sıyrıldı, fevkalâde bir surette terakkî etti.

Sayfa 130

o mübârek Hizbü’l-Ekber’in bir kerâmeti olduğunu biz de tasdîk ediyoruz. Hem kardeşimiz Hâfız Ali’nin hususî bir mektubunu arzu etmek münâsebetiyle, Üstâdımız son mektubunda “Nûr fabrikası sâhibi nasıl?” diye yazmasıyla, kardeşimiz büyük Hâfız Ali’nin bu def‘a yoldaki mektubunun ma‘nâ-yı işârîsini bir hiss-i kable’l-vukū‘ ile hissetmiş gibi bu mektubu yazması, ihlâsının bir nevi‘ kerâmeti olduğunu hissettik.

Bunların münâsebetiyle yirmi günden beri Üstâdımız musırrâne tekrar ettiği bir mes’elenin ucunda garib bir vâkıa gördük. Şöyle ki: Yirmi günden beri bizlere ısrar ile diyordu: “İki-üç rızık, benim rızkım içine girmiş, ben yiyemiyorum. Feyzî, birisi senin rızkın olmak kanâatim geliyor. İkisi daha var. Herhalde ehemmiyetli iki misafirim olacak. Çünki ben bunu Barla’da çok tecrübe ettim. Ne vakit ehemmiyetli bir misafirim gelecek, herhalde o vakte yakın bir rızık benim rızkım içine girdiğini benim kat‘î kanâatim gelmişti. Şimdi daha ehemmiyetli görüyorum. Ya Isparta’dan veyahud başka yerden ehemmiyetli misafirim olacak.” Bu hâdiseyi yirmi-otuz gündür musırrâne bize söylüyordu. Şimdi birdenbire hiç hâtır ve hayâle gelmeyen kardeşi Abdülmecîd Efendi’nin büyük oğlu Nihâd, pederinden izin almadan, bir hiss-i kable’l-vukū‘ ile o dehşetli hastalık zamanında kendi parasıyla Ankara’ya gidip merhum Abdurrahmân’ın oğlu Vahdet’i görüp, “Gel beraber amcamıza gideceğiz deyip” acele olarak o geldi. Vahdet de gelmek üzeredir. İnşâallâh bahara kadar Üstâdımızın yanında kalacaklar.

Üstâdımız diyor ki: “Bu dehşetli hastalıktan sonra, nisbeten en ziyâde alâkadâr olduğum iki biraderzâdelerim, belki eski zamanda Abdülmecîd ve Abdurrahmân’ın sisteminde bir küçük Abdülmecîd ve bir küçük Abdurrahmân medâr-ı teselli olarak Cenâb-ı Hakk Feyzî’yle ihsân etti.” Oradaki umum kardeşlerimize Üstâdımızla beraber çok selâm ve duâ ve istid‘â ediyoruz.

اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي

Risâle-i Nûr şâkirdlerinden ve âhiret kardeşlerinizden

Emîn ve Küçük Husrev olan Feyzî

Sayfa 131

[69]

بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

Bu günlerde iki ince mes’ele kalbe geldi. Vaktinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakîkatlere birer işaret ederiz:

Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbîhâtında yaptığı tekâsülüne binâen dedim: “Namazdan sonraki tesbîhâtlar, tarîkat-i Muhammediyedir (asm). Ve velâyet-i Ahmediyenin (asm) bir evrâdıdır. O nokta-i nazarda ehemmiyeti büyüktür.” Sonra bu kelimenin hakîkati böyle inkişâf etti:

Nasıl ki risâlete inkılâb eden velâyet-i Ahmediye (asm) bütün velâyetlerin fevkındedir. Öyle de, o velâyetin tarîkati de ve o velâyet-i kübrânın evrâd-ı mahsûsası olan farz namazların akabindeki tesbîhâtlar da, o derece sâir tarîkatlerin ve evrâdların fevkındedir.

Ve bu sır dahi şöyle inkişâf etti: Nasıl zikir dâiresinde bir mecliste veyahud bir mescidde, hatme-i Nakşiyede, birbiriyle alâkadâr hey’et-i mecmûada nûrânî bir vaz‘iyet hissediliyor. Öyle de, kalbi hüşyâr bir zât, namazdan sonra سُبْحَانَ اللّٰهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ deyip tesbîhi çekerken, o dâire-i zikrin reisi olan Zât-ı Ahmediye’nin (asm) muvâcehesinde, tesbîh elinde, yüz milyon adamın tesbîh çektiklerini ma‘nen hisseder. O azamet ve ulviyet ile سُبْحَانَ اللّٰهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ der.

Sonra o serzâkirin emr-i ma‘nevîsiyle, ona ittibâen اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ dediği vakit, o halka-i zikrin ve o geniş dâiresi bulunan hatme-i Ahmediyenin (asm) dâiresinde yüz milyon mürîdlerin اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ diye olan hamdlerinden tezâhür eden azametli bir hamdi düşünerek, içinde kendisi de اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ile iştirâk eder ve hâkezâ اَللّٰهُ اَكْبَرُ، اَللّٰهُ اَكْبَرُ der. Duâdan sonra da otuz üç def‘a لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ، لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der.

Sonra o tarîkat-i Ahmediyenin (asm) halka-i zikrinde ve hatme-i kübrâsında o sâbık ma‘nâ ile o ihvân-ı tarîkatı nazara alıp, o halkanın serzâkiri olan Zât-ı Ahmediye’ye (asm) müteveccih olup اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ der, diye anladım ve hissettim ve hayâlen gördüm. Demek tesbîhât-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti vardır.

  • yazdığım mektublarda sen dahi bir muhâtabımsın, seninle muhâbere kesilmemiş” diye yazdım. Husrev, Re’fet, Rüşdü’nün vaz‘iyetlerini de merak ediyorum. Ve bilhassa Husrev ne haldedir? Ve Nûr fabrikasının sâhibi Hâfız Ali rahat mıdır? Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.

    اَلْبَاق۪ي هُوَ الْبَاق۪ي

    Kardeşiniz Saîdü’n-Nûrsî

    [68]

    بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ

    وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

    اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ

    Azîz, sıddîk kardeşlerim,

    Hâfız Ali’nin bu def‘aki mektubu, birkaç cihette Risâle-i Nûr’a âit ikrâmât-ı İlâhiye ve Risâle-i Nûr talebelerinin birbiriyle bir cesedin a‘zâları gibi alâkadâr olduklarını gösterir.

    Medrese-i nûriye olan Sav’ın ümmîleri Mustafa ve Hüseyin kardeşlerimizin gördükleri rüya pek ma‘nîdârdır. Ve Isparta’nın Hâfız Ali’si Mehmed Zühdü’yle Hizbü’l-A‘zam-ı Kur’ânî’nin ihtiyârsız istikbâline gelmeleri, o hizbin Risâle-i Nûr’a çok menfaatdâr olacağını gösteriyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyoruz ki, gittikçe Isparta, havâlîsiyle Risâle-i Nûr’a tam sâhib oluyor, yerleştiriyor. Bir Saîd, bir Husrev’e bedel, pek çok Saîdleri, Husrev’leri yetiştiriyor. İkimizin çekilmesiyle daha ziyâde gayretle fa‘âliyete geçen nâşirleri yetiştiriyor.

    Bu anda bu gelen kelimeler hâtırıma geldi. Üç Kerâmet-i Aleviye Risâle-i Nûr’a verdikleri kuvvet, üç Ali maddeten kalemleriyle o üç kerâmeti imza ediyorlar. Mübârek ve kıymetdar Hacı Hâfız’ın çok kıymetdar, çok fa‘âl ve sebatkâr köyünde kahraman Ahmet’lerin ve Mehmet’lerin gayretleri, bu havâlîde de o hâli onların vaz‘iyetlerini işitenleri, lâkaydları ve tembelleri gayrete şevke getiriyor. Hâfız Ali’nin bazı noktalarını ta‘bîr ve cevâb olarak Mehmed Feyzî’nin ve Emîn’in yazdıkları fıkrayı leffen gönderiyoruz.

Item 1 of 4