Mektub 716

Sayfa 547

[716]

(Müddeî-i umûmîler hakkında Üstâdımızın garip bir hâlet-i rûhiyesini beyân etmek zamanı geldi.)

Bana dedi ki:

“Otuz kırk sene bu tazyîkātımda, hukûkullâh ma‘nâsında olan hukūk-ı amme nâmındaki vazîfelerle muvazzaf olan savcılar, ekser hapislerimde, nefyimde şiddetlerini gördüğüm hâlde onlara karşı bir hiddet, bir küsmek bana gelmiyordu.

Sonra görüyordum, onların zâhirî şiddetine sebeb olan kusurları kendilerinde görmüyordum. Fakat çok def‘a, bir zaman sonra, kader-i İlahînin başka kusûrâtıma binâen şefkat tokadının öyle savcıların eliyle geldiğini gördüm. Kader adâlet yaptığı için, o şefkat tokadını rûh ve kalbimle kabul ettim. Zâhirî sebebe binâen savcıların şiddetini helâl ediyorum. Şimdi Cenâb-ı Hakk’a şükür, o müddeî-i umûmîlerin bir kısmı, vazîfeleri olan hukūk-u umûmiyenin müdâfaası hukûkullâh nevi‘nden olduğu cihetle, bana karşı şiddet değil, bilakis hakîkî adâlet noktasında, umûm İslâmiyet’e ve belki insaniyete de menfaat olan Risâle-i Nûr’un hizmet-i îmâniyesi cihetiyle şiddeti bırakıp, kader-i İlahînin şefkat tokadına bakar gibi zâhirî ta‘zîb, hakîkaten yardım hükmüne geçtiği için, ben de bu sırr-ı azîm münâsebetiyle, bütün böyle müddeî-i umûmîlere karşı bir dostluk ve duâ etmek vaziyetini aldım. Zâhiren bana karşı şiddet-i hüküm görünen hâlât, o hizmet-i îmâniyeye bir i‘lânnâme hükmüne geçti.

Sayfa 548

Ben de şimdi onlara, hukūk-u âmmenin hukûkullâh hükmüne geçtiğini bilenlere, umûmen selâm ve duâ ediyorum. Bana olan şiddetlerini umûmen helâl ediyorum.”

Saîdü’n-Nûrsî

Üstâdımızın sizlere yazdığı ayn-ı hakîkat olan bu mektûbunu arzediyorum.

Talebesi

Sungur

[717]

Bediüzzaman Saîdü’n-Nûrsî’nin gazetelere bir mektûbu

(Bize âit mes’eleleri yazan gazetelere hitâben yazdığım bu yazıyı neşretseler, bugünlerde olan aleyhimdeki isnâdlarını helâl edeceğim. Şiddetli hastalığıma binâen bu kısacık mektûbumu o gazeteler neşretsinler ki, bizi düşünen kardeşlerim kederlenmesin.)

Evvelâ: Bugünlerde olan mes’eleler için merâk etmeyiniz. Hakkımızda tecellî eden inâyet ve rahmet-i İlâhiye ile bu büyük bir hayırdır. Hem hasta olduğumdan konuşmaya ve görüşmeye de tahammül edemiyorum. Şimdi Risâle-i Nûr’un dâhil ve hâriçteki fevkalâde intişârı ve geniş fütûhâtı ile düşmanlar da dost olmuşlar. Herkesin konuşmak istemesine mukābil, inâyet-i İlâhiye ile sesim de kısılmış ki, daha Risâle-i Nûr bana ihtiyâç bırakmadığından görüşüp, konuşamıyorum.

Emirdağ Lahikası - 4
  • [716]

    (Müddeî-i umûmîler hakkında Üstâdımızın garip bir hâlet-i rûhiyesini beyân etmek zamanı geldi.)

    Bana dedi ki:

    “Otuz kırk sene bu tazyîkātımda, hukûkullâh ma‘nâsında olan hukūk-ı amme nâmındaki vazîfelerle muvazzaf olan savcılar, ekser hapislerimde, nefyimde şiddetlerini gördüğüm hâlde onlara karşı bir hiddet, bir küsmek bana gelmiyordu.

    Sonra görüyordum, onların zâhirî şiddetine sebeb olan kusurları kendilerinde görmüyordum. Fakat çok def‘a, bir zaman sonra, kader-i İlahînin başka kusûrâtıma binâen şefkat tokadının öyle savcıların eliyle geldiğini gördüm. Kader adâlet yaptığı için, o şefkat tokadını rûh ve kalbimle kabul ettim. Zâhirî sebebe binâen savcıların şiddetini helâl ediyorum. Şimdi Cenâb-ı Hakk’a şükür, o müddeî-i umûmîlerin bir kısmı, vazîfeleri olan hukūk-u umûmiyenin müdâfaası hukûkullâh nevi‘nden olduğu cihetle, bana karşı şiddet değil, bilakis hakîkî adâlet noktasında, umûm İslâmiyet’e ve belki insaniyete de menfaat olan Risâle-i Nûr’un hizmet-i îmâniyesi cihetiyle şiddeti bırakıp, kader-i İlahînin şefkat tokadına bakar gibi zâhirî ta‘zîb, hakîkaten yardım hükmüne geçtiği için, ben de bu sırr-ı azîm münâsebetiyle, bütün böyle müddeî-i umûmîlere karşı bir dostluk ve duâ etmek vaziyetini aldım. Zâhiren bana karşı şiddet-i hüküm görünen hâlât, o hizmet-i îmâniyeye bir i‘lânnâme hükmüne geçti.

Item 1 of 2