Sandıklı tarafından, kemâl-i şevkle ve ciddiyetle fa‘âliyette bulunan Hasan Âtıf kardeşimizin bir mektubundan anladık ki, orada perde altında fa‘âliyetini durdurmak için bazı hocalar, bir kısım tarîkate mensub adamları vâsıta edip fütûr veriyorlar. Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübâreze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsâade etmiyor. Hem müşterileri de aramaya mecbûr değiliz, müşteriler yalvarmalı.
O kardeşimiz, hakîkaten hâlis ve tam sâdık, kalemi gibi kalbi, ruhu da güzel. Fakat birden her şeyi mükemmel ister, onun için biraz sıkıntı çeker. Mümkün olduğu kadar hem ihtiyât etsin, hem de mübtedi‘ hocalara mübâreze kapısını açmasın. İnşâallâh Cenâb-ı Hakk onu muvaffak eder. O mıntıkada kendi gibi hâlis rükünleri bulur, belki de bulmuş. Biz başta onu ve onun etrafındaki Risâle-i Nûr şâkirdlerini tebrîk ediyoruz. Onların az hizmetlerine de çok nazarıyla bakıyoruz. Ben burada onlarla muhâbere ve müşâvere edemediğimden, sizler benim bedelime o kardeşlerimize hem selâmımızı, hem ma‘nevî kazançlarımıza hâslar dâiresinde, Âtıf’ın sâdık rufekāsı ünvanı altında dâhildirler. Her sabah yanımızda ma‘nen bulunuyorlar. Feyzî’ye yazdığı salavâtlara âit tashîhâtı siz yaparsınız. Bir kısmını Feyzî yaptı, leffen gönderildi. Hasan Âtıf’ın Feyzî’den sorduğu adamlar, şimdi burada değiller. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve muvaffakiyetlerine duâ ediyoruz.
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî
[155]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Azîz, sıddîk, müteyakkız, samîmî, müttehid, mübârek kardeşlerim,
Ben de sizi tebrîk ediyorum ki, şeytân-ı cinnî ve insînin desîselerini akîm bıraktınız. Cenâb-ı Hakk sizi bu hizmet-i nûriyede dâimâ muvaffak eylesin. Âmîn. Ve sizden ebeden râzı olsun. Âmîn.
Eskide, bir zaman Barla’da, bütün tarîkatlerin şecere-i külliyesini tanzîm ve istinsâh etmek için Hâfız Ali ile Husrev, o vakit o işte bulundular, çalıştılar. Tâ o vakitte bu iki zât, ileride Risâle-i Nûr’a ehemmiyetli hizmette bulunacaklarını ve başta iki göz gibi, iki bakar bir görür, diye kuvvetli bir temennî ile ümid etmiştim. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, o ümidim, o zamandan beri tahakkuk etti ve ediyor ve şimdi tam oldu.
Kardeşlerim! Sizde vukū‘ bulan küçücük kusurları çok i‘zâm etmeyiniz. Yalnız ben değil, belki zannediyorum ki hakîkate muttali‘ olan herkes tasdîk eder ki, Isparta ve havâlîsindeki Risâle-i Nûr şâkirdlerinde fevkalâde bir sadâkat ve sebat ve uhuvvet ve ihlâs ve kahramanlık var ki, bu acîb zamanda binler esbâb-ı fesad ve ifsâd içinde vahdetlerini ve ittifâklarını ve hizmette ciddiyetlerini muhâfaza ediyorlar. Bu kadar fırtınalı hâdiseler içinde Risâle-i Nûr’u muattal bırakmadınız, söndürmediniz. Belki öyle parlattırdınız ki, bizi de ışıklandırıp gayrete getirdiniz.
Ve bilhassa bahar mevsiminde, umûmî gaflette ve derd-i maîşetin verdiği dehşetli belâ içinde böyle kemâl-i şevk ve gayretle Risâle-i Nûr’a çalışmak, hakîkaten bir inâyet-i İlâhiyedir. Sizleri bütün ruhumuzla tebrîk ediyoruz. Ve kalemlerini bizim hesabımıza çalıştırmağa karar veren altı müttehid kahraman, bir ruh, altı cesed ve altı Yeni Saîd yerinde o yirmi bir kardeşimi, yirmi bir Abdurrahmân ve Abdülmecîd yerinde kabul ediyorum. Cenâb-ı Hakk, o kalemlerin siyah nûr olan mürekkeblerini, hadîs-i sahîhin nassı ile, her bir dirhemini yüz dirhem şühedâ kanı kıymetinde yevm-i haşirde, mîzânda, defter-i hasenâtlarına ilâve eylesin. Âmîn.
Nakkāş Mehmed ve Âsım’ın vârisi Babacan, hem hayatta, hem Risâle-i Nûr hizmetinde bulunmaları beni mesrûr eyledi. Nûr fabrikasının sâhibi, bu âhir senelerde pek fevkalâde birkaç fa‘âl ve kahraman arkadaşıyla ettikleri hizmet-i nûriye o kadar ehemmiyetlidir ki, farazâ binler kusûrâtı olsa da, inşâallâh affettiriyor. Halbuki ben kat‘iyen onda kusur görmedim. Belki gayet hafif bir ihtâr ile benim bir hiss-i kable’l-vukūuma yardım etti. Kendisi bu mektubunda mahviyetini son derece gösteriyor. Hakîkaten onda sırr-ı ihlâsa âit bazı seciyeleri o havâlîde ehemmiyetli sirâyeti ve semerâtı ve fâideleri var. Mahkemedeki müdâfaâtımda “Bu benimle mahbûs genç Türklerden öyleleri var ki ve öyle âlî seciyeleri
taşıyorlar ki, beni hayrette bırakmış ve Türk milletinin bir sebeb-i tefevvukunu onların seciyeleriyle bildim” meâlindeki cümleden murad, Hâfız Ali ve Husrev ve emsâlleridir.
Daha çok konuşacaktım. Fakat dar bir vakit, ehemmiyetli meşgaleler müsâade etmedi, kısa kaldı. Başta Nûr ve Gül fabrikalarının hey’et-i müttehidesi ve Mübâreklerin fa‘âl hey’eti ve Sava medrese-i nûriye şâkirdleri olarak umum kardeşlerimize birer birer selâm ve selâmetlerine duâ ediyoruz.
Kardeşiniz ve size çok minnetdâr
Saîdü’n-Nûrsî
Ben Sabrî’yi tahattur ettikçe, Hakkı, Hulûsî, Süleyman beraber görünür. Ve Hâfız Ali ise, Hâfız Mustafa, Küçük Ali ve Tâhirî'yi beraber görüyorum. Ve Husrev’i yâd ettikçe, Rüşdü, Re’fet, Mehmed Zühdü beraber hayâlimde geliyorlar. Demek her biri, bir Yeni Saîd’dir.
[156]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Azîz, sıddîk kardeşlerim,
Sizin çok mübârek ve çok fâideli olan nûrânî hediyelerinizi ve elmas kalemlerinizin yâdigârlarını aldık. Cenâb-ı Hakk, onları yazan o kalem sâhiblerine, her bir harfine mukābil on rahmet eylesin. Âmîn.
Bu nûrlu İhtiyâr risâlelerinin bir nevi‘ kerâmeti şudur ki: Emânet kapıya gelirken, sekiz seneden beri yalnız iki def‘a yanıma gelen buranın ihtiyâr müftüsü, belediye reisi ile hilâf-ı me’mûl bir surette gelmeleri anında, Emîn de emâneti kapıya getirmesi; hem aynı gün, İhtiyârlar emâneti geldiği vakit, bu şehirde Risâle-i Nûr’un ümmî ihtiyârların başında iki gayet ihtiyâr zât, ayrı ayrı yerden, her ikisi ellerinde birer parça yoğurt teberrük getirmeleri; ve aynı günde
Isparta kahramanlarının bir mümessili ve yanımızda yalnız üç def‘a gelen Hilmî Bey’in, bir günlük mesâfeden gelirken hilâf-ı me’mûl olarak emânet ellerimizde iken, güya hediyenin sırrına gelmiş gibi girmesi; hem aynı vakitte, bir-iki kerâmet-i nûriyeye medâr Hayri isminde bir şâkird ve Risâle-i Nûr’un ehemmiyetli bir şâkirdi ve Daday kasabasından gelen Fuad ile beraber girmeleri, elimizdeki emânetlerden İstanbul’da okunmak için üç nüshayı Fuad’ın alması, elbette tesâdüfî ve ittifâkî değil, belki bu İhtiyârlar emânetine bir hüsn-ü istikbâldir ve bu havâlîde hüsn-ü te’sîrine bir işarettir.
Kardeşlerim! Erkân-ı sitteden iki Ali ile Tâhirî ve Hâfız Mustafa, bu iki-üç senede ve bilhassa bu havâlîde bana yardımları ve fütûhâtları, ya fevkalâde ihlâslarından veya yüksek iktidar ve fa‘âliyetlerinden o derecededir ki, bu vilâyette Risâle-i Nûr şâkirdlerini ebeden minnetdâr edip, Risâle-i Nûr’u buralarda dahi ebeden yerleştirdiler. Cenâb-ı Hakk, onlardan ve sizlerden ebeden râzı olsun. Âmîn.
Kalemlerini ümmîliğime yardım veren medrese-i nûriyenin üstâdı Hacı Hâfız ve mahdûmu ve iki kardeş Mustafa ve Sâlih ve iki kardeş Ahmed ve Süleyman ve beş kardeş beraber talebe olup, üçü bize yardım etmeleri ve Babacan da, Âsım’ın ruhunu şâd edip, o sistemde yardımımıza koşmaları ve Zekâî de Lütfü’nün ruhunu mesrûr edip, eski Zekâî gibi vazîfesine sarılması ve Marangoz Ahmed ve Kâtib Osman ve Mehmed Zühdü ve Nûrî ve Tenekeci Mehmed gibi, eski kıymetdar hizmetleriyle Isparta’yı nûrlandırdıkları gibi Kastamonu’nun tenvîrine koşmaları ve şimdi tanıdığım Mustafa ve Mustafa ve Mustafa ve Eyûb, kalemleriyle eski dost gibi ümmîliğime yardım etmeleri, elbette şübhesiz فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ müjdesini tam tasdîk ederler.
Kâtib Osman’ın bize hediye ettiği Mu‘cizât-ı Kur’âniye çok güzeldir, fakat zeyilleri yoktur. Onun tarafından o kıt‘ada onun zeyilleri yazılsa çok iyi olur. Umum kardeşlerimize birer birer selâm.
Kardeşiniz
Saîdü’n-Nûrsî