Mustafa Usman’ın mektûbudur.
 [91] 
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
Çok Azîz, Sıddîk, Kahraman ve Bahtiyâr Emirdağlı Kardeşlerim,
Geçirdiğiniz çok büyük âfeti müş‘ir, mübârek efendimiz hazretlerinin, çok ehemmiyetli ve çok kıymetli ve perde altında çok müjdeli lütufnâmelerini aldık. Her birerlerinize, husûsen bu yangında daha çok tehlike atlatan kardeşlerime, bura ve bu civâr talebeleri nâmına büyük geçmiş olsun der ve bu vesîle ile dehşetli küfr-ü mutlak yangınının mahallemizi sardığı ve kızıl kıvılcımlarının saçaklarımıza sıçramak üzere olduğu bir hengâmda, umûm ehl-i îmân ve husûsen Nûrcular nâmına, o maddî yangında çocuk Ceylan’ın ağlamakla meded istemesi gibi, bir ma‘nevî Ceylan olarak, o büyük ve o çok müşfik Üstâda: “Meded, biz yanıyoruz, mahvolduk” diye niyâz eylerim. Bu Emirdağ yangınında, günün en çok nüfûzuna sâhib kızıl Rusya’dan çıkarak, kızıl ateşler ve kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve ovaları yakıp kavuran, bazı yerlerde de nifâk ve şikāk ateşleri saçarak, kardeşine: “Kardeşini öldür” diye bağıran ve en nihâyette Âlem-i Hristiyaniyeti yakıp, kavurup, harman gibi savurduktan sonra Âlem-i İslâm mahallesine saran ve evimizin saçaklarına
kıvılcımları sıçrayan ve çok büyük ve çok dehşetli bir belâ olan komünizm ve bu azîm yangında itfâiye vazîfesini üzerine alan Risâle-i Nûr’a ve Risâle-i Nûr’un günün en büyük mütfisi, en büyük tahassungâhı ve en büyük melce’i ve penâhî ve onun şahs-ı ma‘nevîsinin duâlarının bârgâh-ı Ehadiyette kabûl olduğuna sarîh bir işâret var. Ve âdeta ona hücûm edenlere ve etmek isteyenlere karanlık gecede kırmızı diliyle şöyle hitâb ediyor:
Ey Fahr-i Âlem’in (asm) gösterdiği doğru yoldan şaşanlar! Dünyanın fâni metâ‘larıyla gururlanıp taşanlar! Ve ey dünyamıza zararı olur korkusuyla, Nûr-u Kur’ân’dan kaçanlar! Sizler dünyanızın uçurumlara gittiği zannıyla, o bâki ve tatlı sandığınız fâni ve hakîkatte çok acı lezzetlerinizin zevâl bulmak, şedîd ve elîm elem ve ızdırâblara tahavvül etmek üzere olduğunu tahmîn ederek ma‘nâsızca radyoların başına koşuyorsunuz. Bu koşmakta ve bu dedikoduları dinlemekte ne fâide var? Zevâl bulucu lehviyât ve lezâizle körleşmiş bakan gözleriniz, artık yeter, biraz hakîkati görsün. Sağırlaşmış duyan kulaklarınız, biraz hakîkati duysun ki, bu âcib ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, husûsen ehl-i îmânın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak günümüzün en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkîmâtı olan
Risâle-i Nûr’un nûrânî siperlerine ilticâ etmekle ve onun dâire-i kudsiyesine dehâlet etmekle kurtulacak ve îmânınızı kurtararak, i‘dâm-ı ebedî zannettiğiniz ölümü, bir hayât-ı bâkiyeye tebdîl edeceksiniz. Ve işte o nûrun mübârek tercümânının ve mübârek şahs-ı ma‘nevîsinin اَجِرْنَا وَاَجِرْ وَالِدَيْنَا وَاَجِرْ طَلَبَةَ رَسَائِلِ النُّورِ وَوَالِدَيْهِمْ مِنَ النَّارِ ve emsâli duâlarının kabulüyle ve şefâatıyla ve hürmetine, benim dehşetli fakat cehennem ateşi yanında hiç ehemmiyeti olmayan ateşimden, onun şâkirdlerinin, hâdimlerinin ve risâlelerinin muhâfızı bulunan mağazaları nasıl âzad olmuş, kurtulmuş ise, sizler de o mübârek şâkirdler gibi, o mübârek dâire-i kudsiyeye dehâlet ettiğinizde, dünyevî ve uhrevî dehşetli ateşlerden kurtulacak ve evlâd ü ıyâlinizin bir nevi‘ çobanı olmak hasebiyle, o sevgililerinizi de kurtaracaksınız. Ve her birerleriniz maddî ve ma‘nevî felâh ve saâdete nâil olacaksınız. Bakıp da görmeyen ve görüp de görmek istemediğinizden kapadığınız gözlerinizi açınız, görünüz. Ve azîm tehlikelerin çok yakın olduğunu ihsâs ve telâş ve ızdırâbınızı arttırmaktan başka bir işe yaramayan dünya havâdislerini veren radyo başına değil, ayaklarınızdaki bütün dermân ve kuvvetinizle Risâle-i Nûr başına ve onun netîcesi emniyet ve selâmet ve saâdet olan nûranî dâiresine koşunuz.
Bizlere de: Ey Nûrcular! Allâh’ın sizlere ihsân ettiği ezelî lütfuna karşı secdeden başınızı kaldırmayınız. Gecenin soğuğuna aldırmayınız. Sizlere
lütfunu hiçbir husûsta esirgemeyen Rabb-i Rahîm’e, gecenin bu mübârek saatlerinde kalkarak vazîfe-i şükrü edâ ediniz. Ve bazıların düştüğü, istikbâli düşünmek derdiyle akl-ı maâşı sarsan hâdiseler karşısında titremeyiniz, korkmayınız. Nûrun kudsî kerâmât ve imdâdını müşâhede ediniz. Dünya fânidir, binler sene yaşamak olsa, bâki olan hayât-ı uhreviyenin yanında hiç ender hiç mesâbesindedir. Fakat fâni olmakla berâber, bâki hayatın bâki meyvelerini verecek bir mezraasıdır. Fırtınaların şiddeti, havanın dehşeti sizleri sarsmasın, korkutmasın. Bu mübârek mezraaya en mübârek ve nûranî ve verimli ve bereketli olan nûr tohumlarını ekiniz. Zirâ eken biçer, atalarımızdan kalma mübârek bir sözdür.
Ey Nûrcular! Sizin hakîkî vazîfeniz, dünyaya bakmak değildir. Farz-ı muhâl olarak dünyaya da bakılsa, bakınız ve görünüz ve zuhûru muhtemel dehşetli yangınlar sebebiyle ve o yüzden karşılaşmanız ihtimâli bulunan tehlikeler dolayısıyla kat‘iyen sarsılmayınız, fütûr getirmeyiniz. Çalışınız, çalışınız, çalışınız! Ve kat‘iyen inanınız ki, nûrun şefâatı, nûrun duâsı, nûrun himmeti sizi kurtaracaktır. İşte bu da‘vânın şâhidi Emirdağlı Nûrcuların benim dehşetli ateşimden zararsız kurtulmalarıdır. Şimdiden umûmunuza müjdeler olsun.
Kardeşiniz
Mustafa Usman
 [92] 
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ مَا تَكْتُبُونَ مِنْ رِسَالَةِ عَصَا مُوسٰي
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim ve hizmet-i îmâniyede Azîmkâr Arkadaşlarım,
Evvelâ: Birinci vazîfe-i nûriye İnşâallâh matbaanın pek çok fevkinde iş görecek. Hem şimdi de şâkirdlerine büyük sevâblar ve kuvvetli îmân ve îmanî hizmetler veriyor. Acaba bu vazîfe ileri gidiyor mu, yoksa bu kışın ağır şerâitiyle geri mi kalıyor?
İkinci vazîfe de, Onuncu Söz’ü zeyilleriyle berâber, iki mu‘cizât risâleleri ve zeyillerinin âhirinde bulunmak lâzımdır. Birinci vazîfesini bitirenler, yine mevcûdu varsa, bir cild içine almaya çalışsınlar; yoksa, tedârik etsinler. Çünkü Âlem-i İslâm, şimdiki intibâhı ve vahdet-i İslâm’a çalışması, her hâlde Risâle-i Nûr gibi eserleri arayacak ve büyük dâirelerin geniş nazarlarına elbette büyük mecmûalar lâzımdır.
Sâniyen: Sizin bana ma‘nen yardımınız iki cihetle pek zâhir ve pek büyüktür.
Birincisi: Sizin fütûrsuz hizmet-i nûriyede çalışmanız, benim bütün musîbetlerimi ve sıkıntılarımı hiçe indiriyor, bilakis sürûrlara kalbediyor.