(441)
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِعَاشِرَاتِ دَقَٓائِقِ
شَهْرِ رَمَضَانَ وَبِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْاٰنِ وَرِسَالَةِ النُّورِ دَٓائِمًا اَبَدًا
Şefkatli, Fazîletli, Sıddîk-i Ekber Üstâdım ve Efendim Hazretlerine,
Bu ne mübârek şehirdir! Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, sâhib-i atâ, Şemseddîn-i Tebrîzî, Sadreddîn-i Konevî hazarâtının ziyâretgâhlarına merkeziyet teşkîl eden noktada kuvvetli bir nûr, etrâfı bir şems-i tâbân gibi aydınlatıyor. Ve bu Rahmetullâhi aleyhler ma‘nevî nazarlarıyla ziyâretçilerine bu nûru gösteriyorlar. Bu mübârek beldeye gelenler bu nûru hayretle seyrederlerken, dâire-i nûriyenin nûrlu câzibesine giriyorlar.
Kahraman Sabrî Bey’in İlâhiyât Fakültesi makāmındaki Medrese-i Nûriyesi’nde Risâle-i Nûr’dan ders alan münevver zümrüd gibi bir zümrenin âğūşundayım. En az tahsîli orta olan ve ekseriyeti üniversite talebesi bulunan yüzlerle gençler, nûrlarla müşerref ve münevver olmuşlar. İnşâallâh her biri yarın bu vatanın göz bebeği ve bu dünyanın birer hâdîsi mesâbesine geçeceklerdir. Mühendis, tıbbiye, hukūk, kîmyâ, iktisâd talebelerinin fünûn-u müsbete ile Risâle-i Nûr’u mezcederek, nûrun nûrlu hakîkatlerini
dünyaya i‘lân etmek için me’zûniyetlerini sabırsızlıkla bekliyorlar. Ve arkadaşlarına sarrâf misillü Risâle-i Nûr’un gāyet kıymetdâr hazînelerini mihek taşıyla bilbedâhe gösteriyorlar. هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي. Husrevler, Nazîfler, Sabrîler, Feyzîler yetiştiren ve numûne-i irfân olan buradaki Nûr Fakültesi takdîre, hürmete lâyıktır.
Benliğini nûr havuzunda eriten bu fakülte müessisi muhlis, vefâkâr, fedâkâr kardeşimiz muhterem Sabrî Bey’i ve şanslı ve mutlu talebelerini, şimâl Nûrcuları nâmına tebrîk ve dâimâ muvaffakiyetler temennî ederiz. Cenâb-ı Hakk Ramazân-ı Şerîf’te yapılan bütün ibâdetler hürmetine, Nûrculardan râzı olsun. Ve siz Üstâdımıza uzun ömürler, sıhhatler ihsân etsin. Ve şeytânın ve Deccâl’in şerrinden ve zehrinden muhâfaza etsin. Ve Leyle-i Kadir’in seksen üç sene ma‘nevî sırrına nâil eylesin. Âmîn. Âmîn diye duâ eder mübârek el ve ayaklarınızdan öperim.
Çok kusûrlu duâ ve teveccühünüze muhtâç hizmetkâr ve talebeniz
Abdurrahmân Çelebi Salâhaddîn
*
* *
Pek garip bir tarzda, dar bir vakitte yazıldığı için kusûra bakılmasın.
[442]
بِاسْمِه۪ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُٓ اَبَدًا دَٓائِمًا
Azîz, Sıddîk Kardeşlerim,
Evvelen: Gönderdiğiniz Sirâcü’n-Nûr’dan yüz yirmi sahîfeye baktım. (Hâşiye) Ehemmiyetsiz birkaç noktadan başka ma‘nâyı bozmayan bir iki kelime buldum. Rûh u cânımla yazanı ve yardımcılarını tebrîk ettim. Tamamlandıktan sonra dört nüsha İstanbul’a gönderip ötekilerle berâber hârice gideceğini size yazmıştım. O hâricdeki dört yere giden nüshaların başında Zülfikār, Asâ-yı Mûsâ gibi, gönderilen ulemâya hitâben yazılan mektûb, o dört nüshanın başında da siz yazsanız münâsib olur. Fakat Câmiü’l-Ezher’e, Şâm’a ve Hind’e ve Medîne-i Münevvere’ye gidenlerin Zülfikār’da
Hâşiye: Sirâcü’n-Nûr’u tashîh ederken, bu Ramazân’da ehemmiyetli virdlerime tam vakit bulmadığımdan müteessir oldum. Birden ihtâr edildi ki: Okuduğun bu mebhaslar, bir cihette ibâdet olduğu gibi, hem ayn-ı Ma‘rifetullâh ve Zikrullâh ve huzûr-u kalbî ve sohbet-i îmâniye olmasından, senin noksan bıraktığın virdlerinin yerini tam doldurur. Ve ben de Elhamdülillâh dedim.